İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Kime Yazıyorum Anladın Mı?

Kime Yazıyorum Anladın Mı?

Dağlım, gönlünde dağlar taşıyanım…

Adı dilimizden çok kalbimizde…
Adı kalbimize tebessüm ve yaşama sevinci olanlar...
Adı hanımeli, zambak, nergis kokanlar…
Niçin sevdiğimizi asla düşünmediklerimiz…
Yoruldu isen bana dayan dediklerimiz ve seni yanımda bilmek bana yetiyor cümlesini duyduklarımız…
 
XXX
 
Tembellik yapınca, fazladan uyuyunca, abartılı yemekler yediğimde, bahanelere sarıldığımda kendime kızıyor, zamana ihanet ettiğimi düşünüyorum.

“Zamanın da ben de çok okurdum" diyebilen insanlardan olmayı istiyor, sonra nankör olma, hepimizin nöbeti farklı, sen nöbetini tutmaya bak diyorum.

XXX

Tüketerek seviyor ve kendimizi de tüketiyoruz. Sevmek bereket değil miydi Dağlım?

XXX

Görüştüğümüz, konuştuğumuz, özlediğimiz, sevdiğimiz, beklediğimiz ve hatta kavga ettiğimiz insanlar kimliğimizi oluşturuyor. Kimliklerimiz kayıp!

XXX

Altını çizdiğim satırlara bel bağlamış gibiyim; bazen beni ikaz eden, bazen sevgiliye getireceğim bir çiçek, bazen "ben de böyle düşünüyorum" sevinciyle satırların altını çiziyor, sonra kendime gülümsüyor, cümlelere bel bağlama, yürümeye devam et, nasibin önüne çıkacaktır diyorum.

XXX

"Gönül yaranı açma sakın herkese / Derde deva derdi çekenden gelir."

Dert çeken insanlar lazım bize, elini tutup sakinleşmek için ve susmak için.
 
Muazzez, Kuyucaklı Yusuf’un ellerini avuçlarının içine alarak: “Kimi istiyorum anladın mı?” diye sorduğunda, ağlamaklı gözleriyle başını sallayarak “Anladım!” diyen Yusuf’u hatırladın mı Dağlım?
Say ki ellerin avuçlarımda ve soruyorum: “Kime yazıyorum anladın mı?”
 
XXX
 
Geçenlerde bir arkadaşla buluştuk. Buluştuğumuz yer, karanlık bir parkın içinde bir çardak.  Mesele buluştuğum insan ve konuşmamız değil ki zaten ben on cümle kurmadım. Buluştuğum insan da pek konuştu sayılmaz. Çardağın direğine dayanıp sigaramı yaktım ve dalıp gitmişken bir an aydınlanır gibi oldum! Aydınlanmam şuydu: Bulunduğumuz yer denilebilir ki zifiri karanlıktı ancak bir süre sonra gözlerim karanlığa alışmıştı, buluştuğum insanın her hareketini, mimiğini görüyordum. Ha neredeyse bir yerden üzerimize ışık mı düşüyor diye etrafıma bakacaktım. Oysa ne ay çıkmıştı ne de sokak lambasının ışığı üzerimize düşüyordu. Gözlerimi değil de gönlümü açmış ve şunu düşünüyordum. İnsan alışıyordu, karanlık da buna dâhildi. Durduğumuz yerlere dikkat etmek, bana bir şey olmaz, ben etkilenmem, ben uyanığım demek aymazlığına düşmemek gerekiyordu. Buluştuğumuz arkadaşa buradan gidelim dedim, neden dedi, korktum dedim. İnanmadı ancak aydınlığa çıkınca rahatladım. 
 
XXX
 
Daha çok sabahları aklıma düşenler var. Yine ekseri geceleri gönlüme düşürdüklerim oluyor. Bir de günü saatlere bölmeden gönlümden hiç çıkmayanlar var, nasıl diyeyim; dile gelmeyen ancak gönlümden çıkmayanlar.
 
XXX
 
Itırşahi:  Ne güzel bir çiçek adı..
Gündüz Sefası: Her an her yerde gördüğümüz ancak adını bilmediğimiz çiçek.
 
XXX
 
"Erkekler baharat gibi, tatlarını alabilmek için onları ezmek gerek" diyor yazar. Üzülüyorum. Üzülüyorum çünkü doğru söylüyor, doğru söylüyor çünkü kadınlar da güçlü erkeklere teslim oluyorlar. Ben ki hiç güçlü olamadım, olmak da istemedim. Birbirimize merhamet ve şefkatle yürüyemiyoruz. Birimizden biri, diğerini ezmeli. Ben kimseyi ezmek istemiyorum, kimse de beni ezmesin, varsın tatsız olayım, varsın yalnız kalayım.
 
XXX
 
Benim çiçeklerim vardı. Hem çok. Geçen yıldı. Güzel sayılmaz anlayışımdan dolayı kaç tane olduklarını da saymıyordum ancak ellinin üzerinde olduklarını biliyordum. Sonra bir güvercin geldi ve çiçeklerimin olduğu odaya yuva yaptı. O gitti, bir başkası yuva yaptı. Güvercin ürküp gitmesin, yumurtasını ve yavrusunu bırakmasın diye odaya girmez oldum. Olanlar oldu. Giriş çıkışlarda güvercinler devirdi, susuzluktan öldüler ve şimdi birkaç menekşem ile üç-beş tane kaktüsüm kaldı. Oda berbat, odanın eski görüntüsünü bildiğim için hazin bir hisle doluyorum odaya girerken.  Çiçeklerle sabah akşam ilgileniyordum. Sanki evde biri varmışçasına gelince yanlarına uğrayıp hepsini gözden geçiriyor, yine zaman içinde adlarını, nasıl bakılacaklarını öğreniyordum. Kurdele çiçeğim ile Yaprak Güzeli devasa boyutlarda büyümüşlerdi, birkaç kök menekşe çoğaltmayı bile başarmıştım, deneme yanılma usulüyle. Şimdi –ömrüm olursa eğer- Mart ayında,  yeniden ekmeye, dikmeye başlayacak, evden gitmiş misafirlerimin geri dönmesini bekleyeceğim.
 
XXX
 
Elimi uzatsam elimi tutmayacaksın, bir başkasını uyandırıp anlayış beklediğimi söylesem derdime çare olmayacak. Her birimiz kendi girdabımızda boğulup gideceğiz ve yapacağımız fazla bir şey de yok, yine de sevmekten ve merhamet göstermekten başka.
 
XXX
 
Son yıllarda gittiğim şehirleri düşünüyorum: Hatay, Adana, Yozgat, Samsun, Bilecik, Afyon, Konya, Eskişehir, Konya, Çorum, Çankırı, Bartın, Aksaray, Nevşehir, Kayseri, Zonguldak, Kastamonu, Sinop, Karabük, İzmir, Düzce, Bolu, Trabzon, Ordu, Gümüşhane, Kırıkkale, Gaziantep, Niğde, Kocaeli, Amasya, İstanbul, Sakarya, Kütahya-Simav, Konya-Taşkent, Batman, Van. Bu şehirlerden gönlümde kalan insanlar, şimdi bu şehirlerden özellikle birine –yarasını da sever insan- yeniden ve yeniden gitme isteğim… Şehirler, yolculuklar, manzaralar, otele odaları, öğrenci evleri, lokantalar, yemekler, deniz, dağ, orman… İnsan; bahar için çiçek, yaz için gölgesi olanı arıyor.
 
XXX
 
Belki otuz yıl öncesinden bir filim sahnesi kalmış aklımda. İki banka soyguncusu, askerler tarafından kuşatılmıştır, bu kuşatmadan kaçtığımız da nereye gidelim diye konuşurlar ve biri şöyle der: “Sevginin bol olduğu bir yere gidelim!” Orası neresi?
 
XXX
 
Derler ki, “çöl unutma bahçesidir.”
Sana çölden, tutuşan bir aydınlığın içinden yazıyorum Dağlım.
 
Dünya kalbimi yoruyor, cümleler canımı yakıyor Dağlım.
Gece suskun ve vefalı, uzaktayım, gurbetteyim, yalnızım.
 
Fonda “Her şey gönlünce olsun” çalıyor.
Dua sayıyor, olsun diyorum, her şey gönlünce olsun.
Sabah olursa eğer yazmaya devam edeceğim. Saat 03.00

 

Allah esirgeyen ve bağışlayandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi