Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal KAZAN KAYNIYOR!

KAZAN KAYNIYOR!

Yaklaşık iki hafta önce Çin’in yaptığı devalüasyonun etkileri, başta Çin olmak üzere gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomileri etkilemeye devam ediyor. Çin haklı olarak önce kendi derdine çare bulmaya çalışıyor. Yıllardır meşhur olduğu %10’luk kalkınma oranının %7’ye düşmesinin önüne geçmek amacıyla denize düşen yılana sarılır hesabı devalüasyon yaparak bir nebze olsun nefes aldı. Devalüasyon herkes tarafından biliniyor ki, ancak pansuman yani geçici, kısa dönemli bir önlemdir ve uzun vadeli olarak düşünülerek alışkanlık haline getirilirse diğer ülkeler de aynı şekilde devalüasyon silahını çekerler. Hiç bir ülke mallarının Çin mallarına göre pahalı hale gelip rekabet avantajının kaybedilmesini istemez; üstelik devalüasyonun da yani ülkelerin ürettiği malların fiyatlarının maliyetlerinden dolayı ucuzlatılmasının da bir alt sınırı var. Çin bunu bildiği için, oluşmaya başlayan resesyon algısını kırmak amacıyla bir yandan politika faizini indirirken diğer yandan borsasında işlem hacmini genişletecek uygulamaların devreye girmesini (emeklilik fonlarının hisse senedi piyasalarına yatırım yapmalarına) sağlayarak, öncelikle ekonomik krizle anılan ülke damgasını yemekten kurtulmaya çalışıyor. Çin ekonomisin normalleşmesi, tüm dünyanın beklentisi. Dünya ticaretinin ihracat ve ithalatında en önemli birkaç aktöründen (ABD, Japonya, Almanya) birisi olan Çin’in resesyondan çıkması, dünya ekonomilerinin önemli bir kısmının da resesyon sarmalından kurtulmasının temel şartını oluşturuyor. Zaten Çin’in yaptığı devalüasyonun bu kadar dünya ekonomisinde ses getirmesi, herkül bir ekonomiye sahip olmasından. Bu devalüasyonu nispeten küçük, dünya ticaret hacminde çok az söz sahibi olabilen bir ülke örneğin İsviçre yapsaydı, dünyanın umurunda olmazdı normal olarak. Bu nedenle Çin, ABD, Almanya, Japonya gibi dev ekonomiye sahip ülkelerin ekonomilerin resesyona, stagnasyona yakalanmamaları tüm dünyanın genel arzusu.

            Dünya ekonomileri ABD bağlamında FED’in faiz artırımına ne zaman başlayacağına odaklanmış durumda ve olası durumun uygulamaya geçmesi halinde ekonomilerini en az hasarla kurtarmak için çabalıyor. ABD ekonomisiyle ilgili veriler, son aylardaki gibi yine olumlu (Konut satışlarının artması, Tüketici beklentilerinin artışı) ve olumsuzlukları (PMI Endeksinin gerilemesi, Doların değerinin düşmesi, Küresel piyasaların volatilitesinin yüksekliği, Spekülatif hareketlerin artış göstermesi)  aynı anda barındırıyor. Bu da FED’in faiz artırımına Eylül ayında başlamak için kararsızlık içinde olduğunu ve yüksek ihtimalle 2016 yılında başlayacağını işaret ediyor. Ayrıca Çin devalüasyonunun küresel piyasaların dalgalanmasına neden olması, FED’in kararının ötelenmesinde de önemli bir etken.

            Avrupa Birliği ekonomisinin hafif de olsa kıpırdanma göstermesi (PMI’ın yükselmesi), reel kesime yönelik kredilerin artması ve her ay aylık altmış milyar euroluk varlık alım programı uygulamasının olulu etkilerinin ortaya çıkması, birlik ekonomisine yönelik güveni artırdı. Çin, ABD, Japonya ve AB ekonomisinin büyümesi, özellikle gelişmekte olan ülkelerin durgunluktan çıkmalarının en önemli ilacı.

            Dünya ekonomisinin gelişim sürecini kısa ve orta vadede etkileyecek bir ülke sahne almaya hazırlanıyor, İran. Özelikle küresel petrol arzını artıracak kapasiteye sahip olan İran, kendinden bekleneni yapmayı başarırsa petrol fiyatlarının 30 dolarlar düzeyine inmesi sürpriz olmaz. Bu sonuç, dış ticaret ve cari açıkların kapatılması için, bizim gibi önemli petrol ithalatçısı olan ülkelere çok önemli fırsatlar sunuyor. Fakat ihracat profilini çeşitlendirememiş ve gelirinin önemli bir kısmı petrol satışına dayalı ülkelerin gelirleri de azalacağı için, küresel büyümeye yavaşlatma yönünde etki yapacağı da açıktır.

            Ekonomimize gelince, ilk söylenecek seçim sendromuna girdiğimizdir. Diğer gelişmekte olan ülkeler gibi FED, Çin, AB başta olmak üzere global etkilerin kıskacında olan ekonomimiz; birde tekrar seçim gerginliği, siyasi mücadelenin adeta kan davası moduna dönüşmesi, terör tehdidi, sıcak paranın güvenli limanlara kaçışı, Merkez Bankasının piyasaların gerisinde kalarak kendini takipçi durumuna düşürmesi ve üstelik siyasetin etkisinden kendini kurtaramaması, geleceğe güven duyulmamaya başlandığı için uzun vadeli getiri sağlayacak üretim ekonomisine yatırım yapılmayıp spekülatif yatırım araçlarına (dolar, altın, tahvil, hisse senedi) rağbetin artması, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının başta siyasi atmosfere dayalı olmak üzere ekonomimizin geleceğiyle ilgili karamsar açıklamaları gibi bir çırpıda sayabileceğimiz nedenlerin, ülkemizin diğer gelişmekte olan ülkelere göre negatif ayrışmasına yol açması, önümüzdeki birkaç ayın ne kadar zor geçeceğini gösteriyor.  Artık biz ve bizim gibi cari açık veren ülkeler için ucuz küresel sermayeye dayanan yalancı bahar ekonomisi devri bitmek üzere. Gelecek yüksek teknoloji üreten, ürünlere artı değer katan, kalkınma planlarını kendi toplumsal hamuruna uygun yoğurabilen, para ve maliye politikalarını birbiriyle uyumlu olarak uygulayan,  toplumsal barışı, huzuru sağlamayı başarabilen ülkelerin olacaktır.

Soru: Keynes’e göre, paranın getirisi yüksek mi? Neden?... 

Sözün Gözü: Bu dünyadaki tüm kalplerin sağlaması Ölüm ve İlahi Hesaplaşmadır. Var mı itirazı olan?  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi