KARANLIK MI AYDINLIK MI?
Aramızdaki çizgilerin gittikçe derinleştiği ve bizzat derinleşmesi için çaba sarf edenlerin çoğaldığı bir zaman aralığındayız. Meseleye “sadece kendi penceresinden” bakmaya alışmış olanlar, “bize göre” diyerek başlamıyor cümleye, “bana göre” deyip geçiyor karşıya. Karşıda kiminle yan yana, omuz omuza geldiğine bakmıyor bile, sana karşı olması, yetiyor her şeye. Konuyu “aydın” meselesine getireceğim anlaşılmış olmalı.
Münevver kelimesi yakın zamana kadar özellikle kız çocuklarımıza sıkça verdiğimiz bir isimdi. Kimi kavramlar sessiz sedasız ayrılıp gidiyor aramızdan. Kavramın; aydın, aydınlanmış, nurlandırılmış olarak günümüz Türkçesinde kullanılışı daha yaygın artık. Münevver kavramıyla bir kişiyi vasıf ettiğiniz zaman hem kendisi aydınlanmış hem aydınlatma görevini bihakkın yerine getirmiş haliyle tanıtmış olursunuz.
Özellikle Osmanlı son döneminde edebiyat ve sanat çevresinde münevverler yaptıkları tartışma ve icraatlar ile toplumun yön bulmasında etkili olmuşlardır. Bulunan yönün isabetli mi tehlikeli mi olduğu henüz ispat edilmiş değildir.
Millet, kendine uzak, yabancılaşmış, karşıda durmayı tercih etmiş aydınından çok çekti. Yaşadığı dokunun, coğrafyanın özüne, örfüne, geleneğine, inandıklarına değer ve kıymet vermeyen aydın sınıfı, toplumun ihtiyacı olan kanaat önderliğini, ufuk rehberliğini gerçekleştirmekte başarısız kalacaktır.
Toplum dinamikleri durağan değildir, yenilenme ve değişmeye açıktır. Bu yenilenme ve değişim sürecinin daha az sancılı, daha ekonomik ve daha önemlisi yararlı olabilmesi için aydınlara büyük iş düşmektedir.
Sanatçılar, akademisyenler, yazarlar, çizerler, şairler, bilim adamları, film adamları; aydın olarak kendini kim hissediyorsa bu sıfata yakışır bir tavır içinde olmaları beklenmektedir. Bu beklenti özellikle toplumun dezenformasyona uğradığı zamanlar artarak devam etmiştir.
Milletin içine düştüğü ümitsizlik, tereddüt ve belki de korkulu anlarda aydınlarımızdan gelen çözüm önerileri net ve verimli sonuçlar doğurmak yerine tartışılan, toplumun ruhunu acıtan sonuçlar getirdi. Belki de başat öneri batıya eklemlenmekti. Ancak batı medeniyetini anlamadan taklit edişimiz fena bir tecrübe yaşattı.
Aydınımıza fazlaca ihtiyacımızın olduğu bir dönemeçte aydınımızın atladığı bir nokta vardı kanımca; toplumların içinde bulunduğu zor zamanlarda gelişme, atılım, yenilenme gibi süreçler toplumun kendi iç dinamiklerinden ilhamını alan, özden başlanan bir eylemle yine o topluma uygun bir sonuç alınabilir. Bu topraklarda yaşayıp, bu topraklara karşı olmak karanlığı temsil etmekten öteye gidemez.
Bu manzara, kendimize olan güvenimizi kaybetmemize yol açtığı gibi saygı ve itibar kaybına da sebep olmakta, nitekim yenilmişlik, ezilmişlik duygusu tüm hücrelerimize işlemiş oluyor. Yenilmiş bir ruha sahip olmayı kim ister? Birileri istiyor işte.
Aydın, aydınlık olmalıdır. Küçük çıkar ve menfaatler, kısır çekişmeler, önü alınmaz bir hırs ile aydın olmak güç. Milletin, toplumun gerçek fayda ve ıslahı düşünülüyorsa bu saydıklarımızın yeri olamaz.
''yüreği de beyni de mümin aydın olabilmek'' üzerine özellikle ahlaki bir gayret içinde olmalıyız. Hem yüreği hem beyni aydın olana münevver deme imkânımız artıyor. Yine de münevver kavramının günümüzdeki aydın kavramıyla karşılık bulması eksik kalır. Münevver dediğimiz kişilerde sağlam bir iman duygusu, değerler silsilesi, güçlü bir irade, yüksek seciye gibi nitelikler öne çıkarken günümüz aydını daha çok üst bir tabakadan ve yüksek perdeden söylemeyi tercih ediyor.
Münevverlere ihtiyacımız var, birbirleriyle tartışmaları, atışmaları mektuplaşmaları bile olay olan sözün namusuna sahip çıkan münevverlere.