Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal KARAMSARLIĞA YER YOK ANCAK

KARAMSARLIĞA YER YOK ANCAK

 

          Üretimde 1960’lı, finansal sektörde 1980’li yıllarla birlikte başlayan küreselleşme dalgasının hızla tüm ülkeleri etkisi kapmasının olumlu ve olumsuz etkileri göz önüne alındığında, net bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. İktisadi, sosyal ve kültürel bir çok açıdan, küreselleşmenin ülkeleri birbirine bağlamasının sonuçları, önemli farklılıklar ortaya çıkarmaktadır. Günümüzde küreselleşmenin ülkeleri etkileme sürecinde böyle bir sonuçla karşılaşmamıza yol açan temel faktör, siyasi kanadın ön plana çıkarak tüm gelişmeleri kontrol çabasına kalkışmasıdır. Bu kalkışmayı yapanlar, dünya ekonomi pastasından (küresel GSMH) aslan payını alan, enerji ve hammadde kaynaklarına sahip olan veya sahip olmak için her şeyi yapacak gücü elinde bulundurup ne pahasına olursa olsun - demokrasi ve insan haklarını sağlama adına - kullanmaktan çekinmeyen ve üstelik bölüşülmesinde de diğer ülkelere hiç şans tanımayan ABD, Almanya, Japonya, Çin, İngiltere, Fransa, Rusya gibi ülkelerin siyasetçiler olduğu ve bunlar şuan ki düşünce yapılarını değiştirmediği sürece bırakın kısa vadeyi, orta ve uzun vadede dahi, dünya ekonomi ve siyasi arenasının istikrara kavuşması hayalden öteye geçmeyecektir. Bu bağlamda ABD’nin yeni başkanı Trump’ın seçim çalışmaları sırasında söylediklerinin sadece slogan olmadığı, ciddi düzeyde yapmayı düşündüğü uygulamalar olduğunun anlaşılmasıyla birlikte, başta ABD içinde olmak üzere dünya üzerinde sorunların baş göstereceği kaygısı, insanların zihninde güçlü bir şekilde canlanmaya başladı. Trump’ın savurduğu siyasi ve ekonomik tehditlerle, yapabilme gücünün yeterliliğinin paralel olmadığı da anlaşılmaya başlandı.  Bazı ülkelerin vatandaşlarına ABD’ye giriş yasağı getirilmesine rağmen savcılar tarafından bozulması, ABD’nin dış ticaret açığı verdiğini bahane ederek Meksika’ya duvar çekilmesi ve parasının da Meksika’dan alınması için ortaya koyduğu çabaların artık yeteri kadar ciddiye alınmaması, önceki başkan Obama tarafından uygulamaya konulan sağlık sigortası politikalarının değiştirilmesine yönelik söylemlerini yerine getiremeyip yasa tasarısının gündemden kalkması gibi gelişmeler, başkanlığa oturduğunun ilk üç ayını dahi doldurmayan Trump’ın ABD ve dünya arenasındaki gelişmeleri kontrol edemeyeceği şüphelerini artırdı. Zaten iktisadi, siyasi, sosyal, dini ve etnik açılardan kaynatılan bir kazan haline sokulan dünyamızda, şimdilik kaydıyla da olsa ekonomi büyüklüğü ve siyasi güç olarak bir numaralı ülkesi olan ABD’nin yönetilmesinin, hem de başında Trump gibi agresif, hırçın biri tarafından kontrolünün de sağlanamadığı bir şekilde yönetildiği fikrinin yayılması, geleceğin her ülke ve her konuda pek parlak geçmeyeceğini işaret etmektedir. Ayrıca Trump’ın “önce ABD’nin menfaatleri” vurgusuyla, dünyanın çeşitli coğrafyaları üzerindeki hedeflerine ulaşmak için, uluslararası hukuk normlarını hiçe sayarak kuralsızca terör örgülerine açıkça destek vermesi, dünyanın her alanda istikrara kavuşacağı ümitlerini iyice azaltmaktadır. Bir de temelde aynı hedefleri paylaşan ve çıkarları çatışmadığı sürece her türlü hukuksuzlukta dahi birbirlerini görmezden gelen, yeri geldiğinde ise desteklemekten çekinmeyen İngiltere ve Almanya’nın başını çektiği AB’nin de ABD’nin kuyruğuna takıldığı günümüzde, ülkelerin toptan bir dünya istikrarı beklemeleri, sadece ham hayalden öte geçmeyen bir arzudan ibarettir.          

          Tilkinin (ABD, AB) tavuklara (gelişmekte ve zengin doğal kaynaklara sahip geri kalmış ülkelere) çoban olduğu dünyamızda, her ülkenin yapması gereken öncelikle bu gerçeği kabul etmeleridir. Bundan sonra ise, halkıyla bütünleşerek kendi toplumsal dokusuna uygun olmak şartıyla, ürün ve sektör bazında görece güçlü olduğu alanlar başta olmak üzere, yapısal iktisadi, sosyal ve demokratik reformları uygulamaya koymalıdırlar.

          Avrupa ve Orta Doğu’ya coğrafi yakınlığı nedeniyle Türkiye, ülkelerin çıkar çatışmalarının ve hesaplaşmalarının göbeğinde yer almaktadır. Bundan dolayı ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal açılardan bakıldığında, herkesten daha fazla ülke olarak birlik, beraberlik içinde hareket etmemiz gerektiği kendiliğinden anlaşılmaktadır. Enflasyon, işsizlik, düşük büyüme hızı, dış ticaret ve cari açık, çoğulcu demokrasi, insan hakları, evrensel hukuk normları gibi yapısal sorunların bir an önce üstesinden gelmek için daha sıkı kenetlenmeliyiz. Tüm vatandaşlarımızın ortak, bilinçli ve dirençli duruşuyla atlattığımız darbe kalkışması sonrasında, ABD ve AB tarafından terör örgütlerinin açıkça desteklenerek, küresel ekonominin durgunluktan çıkamadığı ve ülkemizin bir oldu bittiyle kaos ortamına sürüklenmeye çalışıldığı şu günlerde, 2016 yılı büyüme oranımızın %2.9 şeklinde gerçekleşmesi önemli ve olumlu bir gelişmedir. Ülke olarak potansiyel büyüme oranının (% 5) altında büyüdüğümüz gerçeğini ve eksikliklerimizi unutmadan, özel sektörün ekonomi içindeki payını da büyütecek biçimde eğitim, bilim ve ileri teknoloji alanlarında AR-GE harcamalarını artırmalıyız. Ancak bunları yapabilirsek potansiyel, istikrarlı ve sürdürülebilir büyüme trendini yakalar, geleceğimize daha güvenli bakabiliriz, vice versa.

         

          Soru: Devalüasyon oranı kadar ihracat artar mı? Neden? 

          Sözün Gözü: Özü doğru olanın, sözü de doğru olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi