Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Kapıdaki İncelik

Kapıdaki İncelik

            Ait olduğumuz topraklar, asırlar boyu Müslüman Türklerin elinde her yönüyle ihya, inşa ve irşat edildi. Hem Anadolu coğrafyası hem gönül coğrafyamız muhteşem yapılarla imar oldu.

            Sivas Divriği Ulu Cami kapısındaki taş işçiliği, Konya Alâeddin Caminin mihrabındaki kündekâr işi, Bursa Ulu camideki hat yazıları, Selimiye’nin kubbesi, Malabadi Köprüsü ve dahası… Daha üç beş tanesini saydığımız bu mimari yapıların bugün bile hayranlıkla izlenilmesinin ardında elbette üstün bir mühendislik anlayışı var. Diğer yandan bu yapılar insana yani ruha hitap eden bir derinliğin ve derdin neticesi olarak imar edilmişti.

            Sıradan bir taşı dantel gibi işleyen, ahşabı şekilden şekle sokan, mekânı dört duvarla çevrili sıradan bir yapı olmaktan çıkaran düşünce, odağına insanı almakla başardı bunca işi. Nitekim insan yaratılmışların içinde mümeyyiz bir yere ve vasfa sahipti.

            İnsan sadece yiyen, içen, yürüyen, yaşayan ve ölen bir canlı değildi. İnsanı insan yapan inandıkları ve çok daha büyük olan ruh dünyasıydı. Gelip geçici ve fani bir dünyanın misafirleri olduğumuzu pekâlâ tüm mimarlar, işçiler, ustalar, sultanlar, padişahlar biliyordu. Buna rağmen neden gelip geçici ve sonlu dünya için yüzyıllarca ayakta kalacak eserler yaptılar ve hatta sanatın zirvesinde taş, ahşap, hat, tezyin işleri ile süsleyip sonraki nesillere bıraktılar?

            Kapısından penceresine, bahçesinden çatısına kadar hem kullanışlı ve dayanıklı hem de şartlara göre inşa edilen yapılar göze hitap ettiği kadar ruha da sesleniyordu. Mevsimsel şartlar ve doğal afetler karşısında mukavemetli binalar manevi dünyamızın da en güzel mekanlarıydı.

            Han, hamam, saray, çeşme gibi sosyal mekanlara mı özen gösterilip tezyin edilmiş sadece? Elbette hayır. Evlerden başlayarak sokaklar, Pazar yerleri, imarethaneler, aşevleri, çarşılar, bedestenler… Hepsi inceliğin, zarafetin, estetiğin, el işçiliğinin, tezyinin hassasiyetle ve itina ile gözetilip donatıldı ve karakteri olan muazzam mekanlarla imar edildi şehirler.

            Türk İslam mimarisinde “evler” bahsini ettiğimiz inceliğin, estetik ve zarafetin mümtaz örnekleriyle yapılageldi. Bir evi dört duvar olmaktan öteye taşıyan şey o evin ruhudur. O eve ruhunu veren orada yaşayan insanlar, o sokak, o mahalle, o şehirdir. İnsanı merkezine alan bu kabul ve hassasiyet, insanın huzur ve neşesine, sağlık ve refahına dönük uygulamalar üretmişti.

            Anadolu da belki de son örneklerini gördüğümüz kapılar bile tek başına nasıl bir mirasa ve kültüre sahip olduğumuzu ispata yeter. Kapı tokmakları, kadın ve erkek için ayrılmış ipler, ahşap oyma işleri, boyalarla süslenmiş kapı kanatları, üzerindeki yazılar, asma kilitler… Tamamı estetik, tamamı ergonomik, tamamı incelik…

            Daha kapıdan başlayarak insana ve onun metafizik dünyasına dair izler, işaretler ve kolaylıklar bulduğumuz Türk İslam mimarisinin incelik ve zarafet üzerine kurulduğunu söylesek hata etmiş olmayız. Bu estetik ve zarafet kaygısının ne kadarı kaldı geride ve şimdilerde?   

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi