Kahrolmasın mı?
Unutmam, lise yıllarında talim ve hazırlık olsun diye camilere imam ve müezzinlik için vazife verirdi okul idaresi. Özellikle Cuma hutbesi ve vaazı için önceden hazırlık yapılır ve büyük heyecan içinde görev mahalline gidilirdi.
Bu görevlerden birinde arkadaşımızın biri hutbeye çıkarken hazırladığı hutbeyi unutmuş, kâğıdı bulamayınca epey telâşe yapmıştı. Cemaat, talebedir gençtir diye ses etmedi de bizim arkadaş epey utandı. Namazdan sonra bize rehberlik yapmak için gelen hocamız biraz da arkadaşı sakinletmek için “Oğlum, ne diye telaş yaptın, bocaladın. Baktın olmuyor, üç defa “kahrolsun Amerika” dedikten sonra inip geleydin!” demişti. Cidden mi hocam deyip o zaman garipsemiştik.
Şimdilerde bunca yıl sonra ki üzerinden en az yirmi beş yıl geçti daha iyi anlıyorum o gün hocanın neden böyle dediğini. Yok, elbet kahrolsun derken masum ve insaflı hiçbir insanı bu daireye almıyoruz. Kahrolsun derken bir zihniyeti, temsil edilen gayri insani tavrı, sınır tanımayan hile ve desise yolunu tutmuş ideolojik bir simgeyi kast ediyoruz.
Kahrolmasın mı cidden? Tüm dünyayı çıkar ve menfaati gereği tasarımlayan, harcamak ve yok etmek üzere kurulmuş bir sistemi dayatıp adına özgürlük diyen, özgür insanların ülkesi denilince akla gelen ve fakat dünyanın öteki insanlarına sanal prangalar vuran ve tüm bunlara Amerikan rüyası adını takan yaklaşım kahrolmasın mı?
Amerika eliyle inşa edilen ekonomik sistem, hep daha fazla hem de her yolun mubah sayıldığı bir rekabet yarışı ile kazanmaya odaklanmış durumda. Lakin kazanmanın vazgeçilmez şartı harcayacaksın, alabildiğin ne varsa ve ulaşabilme ihtimalin olan her şeye sahip olmalı ve tüketmek konusunda asla sınır koymamalısın.
Öngördüğü gelecek için kendi insanını feda edebilmeyi göze alan kim var başka sahi? 11 Eylül saldırısının yıktığı ikiz kulelerden sonra dünyaya yeni bir düzen getirmek istedikleri ve olan bitenin aslında derin Amerika yani “yerleşik düzen” tarafından planladığı deşifre oldu bile.
Beynelmilel teşkilatların her birinde daimi olarak bulunan ve yine bu teşkilatların aldıkları karara kendi uymayan kim ola ki? Birleşmiş Milletlerin kararını hiçe saydıkları son olay Kudüs kışkırtması değil elbet. İstihbarat servislerinin, gizli örgütlerin, dünya sistemini sevk eden baron ve şirketlerin her birine ayrı bir boyun borcu olan bu yapı yekûnda Amerika olarak çıkıyor karşımıza.
Dünyanın gözünün içine baka baka, tüm insani ve vicdani değerleri hiçe sayıp bedel ödemek zorunda oldukları silah tüccarlarının taşeronluğunu yapıyor “başkan” dedikleri makam. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir olayın kendi planları dâhilinde yürümesi için çok ihtimalli planlar yapıyor ve her ihtimal sadece Amerika çıkarlarına hizmet ediyor.
Yanı başımızda kaç ülken darmadağın oluşunda Amerika’nın parmağı olduğunu bilmiyor olamayız. DAEŞ denilen örgütü kurdurup ona karşı savaşsın diye PKK ile el ele veren, verdiği ihale tamam olunca bir oyuncak gibi örgütünü başka bahçeye yollayan bir Amerika’dan bahsettiğimizi unutmuş olmayalım. Önce Katar’a ambargo koyup daha bir hafta geçmeden milyon dolarlık ticari anlaşma ile cezalandıran Sam Amcadan başkası değildi.
Şimdilerde kalkıp Ortadoğu’da bombanın fitilini ateşlemek istiyor oluşu kahrolsun demeyi aşırı mı yapar? Farkındayım kalkıp bir Müslüman “Amerika kendi karakterini gösteriyor, sen ne yapıyorsun, kendine bak” deyip karşı çıkacak. Yine de Amerika bu haliyle kahrolmasın mı?