Prof. Dr. Önder Kutlu
Prof. Dr. Önder Kutlu İyiler susuyor

İyiler susuyor

Toplumda, her dönemde doğruyu yapan da eğriyi savunan da olmuştur. Toplumlar bu iki gruptan hangisinin sesinin çok çıktığına, kimin hakim unsur olduğuna göre değerlendirilirler.

Her vesileyle, karşıt iki kesimin varlığını hissediyor, tecrübe ediyoruz.

Önemli mevzularda en az iki grup ortaya çıkıyor.

Üniversitelerde mezuniyet törenleri vesilesiyle bu ikilemi yine yaşadık. Kendilerine özel bir konum atfederek kendilerince bir düzen kurmak isteyen layüsel çevreler farklılıklarını tepe tepe kullanıyorlar.

Belli kurumlarda üniversite/fakülte yönetimleri buna çanak tutuyor, el altından marjinal kesimleri teşvik ediyor ya da kışkırtıyorlar.

Boğaziçi üniversitesi, mesela, birilerinin at koşturduğu bir mecra haline getirildi. Üniversite kadrosunda görev yapmadığı halde emekli olmuş ya da başka bir kurumda veya özelde çalışanlar dışarıdan derse çağırılıyorken, Üniversite yönetimi buna son verince dava açma yoluna gidenleri bile görebiliyoruz.

Üniversite kadrosunda olmadığı halde dışarıdan derse öğretim elemanı görevlendirme konusunda mevzuat ve teamüller mevcut.

Kimseye ayrıcalık tanınması, üniversite öğrencileriyle buluşturulması gerekmiyor.

Fakültelerin hazırlık sınıfları başta olmak üzere eğitim-öğretimin her aşamasında buna dikkat edilmelidir. Hazırlık sınıflarını özel olarak zikretmem, henüz beyni bilgi ile dolu olmayan genç dimağların yanlış kişiler tarafından zehirlenmesi tehlikesi nedeniyledir.

Fetö bu alanı çok kullandı vakti zamanında. Denetimsiz, başıboş bir mantıkla görevlendirmeler yapıldı. Genç üniversite öğrencilerinin kafaları, henüz hayatın en toz-pembe aşamasında yanlış kişiler tarafından işgal edildi.

ODTÜ en çok konuşulan üniversiteler arasında. Orada da doğru işler yapan, toplumla bütünleşmiş iyi insanlar yok değil.

Ama ne hikmetse yanlış olanlar, kötüler daha fazla ses getiriyorlar. Kabullenemeyeceğimiz ifadeleri, inancımızı rencide eden saçmalıkları bizlere dayatmak istiyorlar.

Bütün bu kesimler kusura bakmasınlar. Düşünce özgürlüğünün diğer özgürlükler gibi bir sınırı mutlaka var.

Ötesi, bu özgürlükte nefret suçu işleme ihtimali nedeniyle başkalarının düşünce ve inançlarını rencide edecek ifadelerden özellikle sakınmak gerekiyor.

Bir kamu üniversitesinde, kamusal kaynakları kullanarak, kamu nimetlerinden yararlanarak kamuya ve inançlarına saldırı asla yapılamaz.

Üniversiteler özgürlükleri en son sınırına kadar kullanan akademik birimler olmaları gereken kurumlardır. Bunda bir beis yok.

Ancak, iş özgürlük adı altında toplumu ve değerlerini rencide etme noktasına gelmeye başladıktan sonra başka bir mecraya ulaşıyor.

Kimi üniversitelerimiz bunun farkında.

En rencide edici, en tahrik edici saldırılar sanat alanından geliyor, mesela.

Tesadüf mü?

Sanat adı altında adeta kendi sapkın düşüncelerini tüm topluma empoze etme noktasına vardırıyorlar.

Bazı üniversite yönetimleri ise ya sessiz kalıyor ya da teşvik ediyorlar.

Yükseköğrenim bir hak. Ama aynı zamanda sorumlulukları da var.

İki yıla yakın süredir Boğaziçi eylemleri devam ediyor…

Niçin?

İstedikleri olmamış beyzadelerin…

Kendileri gibi bir rektör atanmamış…

Akademisyenler de maalesef bu haytalıklara, yanlışlıklara sessiz kalıyorlar. Sessiz kalmak desteklemek anlamına geliyor.

Sesini çıkaran üç-beş kişi de linçe uğruyor.

Sanat çevrelerinde de aynı durum söz konusu.

Bu türden direnç noktaları toplumda dayatma kültürünü ve baskı mekanizmasını yaygınlaştırıyor.

İstisnaları hariç akademik camia ‘bana dokunmayan’ kıvamında.

Yanlışa yanlış demeyince doğruya da doğru denilemiyor.

Her şeyi YÖK’ten beklememek gerekiyor. Onların görevlerini nasıl yaptıkları konusu tartışılabilir.

Ancak, önemli olan sahadaki durumdur.

Genel gidişat, sahanın iyi olduğunu söylememize imkân vermiyor ne yazık ki.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Önder Kutlu Arşivi