İsmiyle müsemma olmak
Müsemma, isim verilmiş olan demektir.
Müslüman Türk’ün isim hassasiyeti, tarih sahnesinde her zaman varlığını sürdürmüş kültüründen ve İslam ile şereflendikten sonra da, kuvvetlenmiş şekilde dininden gelir.
Bir babanın çocuğuna karşı en önemli görevlerinden biri, ona güzel bir isim vermektir.
Kültürümüzde, dünyaya gelen çocukları için anne ve babaya söylenen “ismiyle yaşasın ve Allah dinine bağışlasın” temennisi, milletimizin isim hassasiyetinin en güzel tezâhürlerinden biridir.
Hepimizin mâlumu Dede Korkut Hikâyeleri, doğan çocuklara isim verme konusunda çok güzel kıssaları barındırır.
Hepimizi kendine hayran bırakan tablo, ismin hak edilerek kazanılmasıdır.
Bu yüzden Türk milleti için, ismiyle müsemma olmak, bir hayat düsturu, vazgeçilmez bir ilkedir.
Ya da böyle olmak zorundadır.
Atalarımız, “atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler” derken, aslında isme atıfta bulunmuşlardır ve yiğit ismini, cesaretiyle, gözünü budaktan, sözünü sakattan sakınmamasıyla, deli yürekliliğiyle kazanmak zorundadır demek istemişlerdir.
Bu delilik, kafası kırık olanlar için söylenen delilik değildir elbet.
En basit ilkeleri bile, destanlara konu olan milletimizin yaşantılarından örnekler içeren Dede Korkut Hikâyeleri’nden hepimizin hafızasında şu dizeler saklıdır muhakkak:
“Dedem Korkut gelsin,
Boy boylasın, soy soylasın.
Şu oğlana ad koysun.
Adını biz koyduk, yaşını Allah koysun.”
Bu dizeler, henüz ismi konulmamış Türk gencinin, isim hak edecek bir kahramanlıkla kendini göstermesi neticesinde hayat bulmakta ve isim verme, milletimizin kültüründe bir şölene dönüşmektedir.
Buraya kadar söylediklerimiz, atamıza hakkının teslimi bâbındadır.
Bugün, teslim edilen bu hakkın ve de hassasiyetin neresinde durmaktayız?
Kültürümüzün nerelere geldiği hususunda bir değerlendirme yapma haddimiz yok ancak, ismini hak ederek alan insanların bulunduğu bir toplumdan, ismiyle uzaktan yakından alakası olmayan, ne anlama geldiği bilinmeyen isimlerin sahibi olan insanların bulunduğu bir topluma dönüştüğümüzü görmek, bulunduğumuz yeri tayinde hiç de zorlanmayacağımızı ortaya koymaktadır.
Ne anlama geldiği bilinmeyen isimler mevzusuna, bu yazımızda girilmeyecektir.
Özel hassasiyetleri idrak kabiliyetimiz yok çünkü.
İsimleri ön plana çıkaran, kişinin toplumsal statüsü ve kendisinden beklenen toplumsal rolüdür.
Toplumsal rolü ön plana çıkaran ise kişinin unvanıdır. Toplum önünde olan unvan sahibi insanların doğal olarak isimleri ön plandadır.
Yazımız özelinde, bu isimlerin sahipleri kanaat önderleri, idareciler, sanatçılar ve siyasilerdir.
İsmi ile müsemma olması beklenen bu insanların, isimlerinin anlamlarının aksine tavırlar sergilemeleri, hem işgal ettikleri makam, hem de aldıkları unvana haksızlıktır ve de kıymet bilmemektir.
Milletimiz, kurumlarımız, gruplarımız, ailelerimiz, ismi güzel olan ancak cismine güzel fiilleri aktaramayan, yaptıklarıyla isminin her harfini sızlatan insanlarla bir yere varamaz.
Atamızın isim koyma kaygısı, milletimizin geleceği için duyulan bir kaygıdır ve bu kaygı bizim öp öz kaygımızdır.
Bu kaygıya biz yabancı kalamayız.
Bu kaygıyla beraber bize düşen, isminin asâletinin gereğini yapmaktır ve ismiyle müsemma olmaktır.
Siyasetçi dürüst olmalı, idareci adil ve birleştirici olmalı, kanaat önderi ferasetli ve tatlı dilli olmalı ve de insanımız kanaatkâr olmalı.
Burası da bizden olsun.
Bu satırların sahibi, Ramazan ayında doğduğu için ve “ismiyle gelene isim aranmaz” dendiği için bu ismi almıştır.
Rabbim, ismimizi üzerimize yük etmesin ve isim hassasiyetinden ve ismiyle müsemma olabilme gayretinden bizi yoksun bırakmasın.