Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş İslam’a Dönüş Öyküsü

İslam’a Dönüş Öyküsü

1926 yılının sonbaharıdır. Olay, Almanya’nın Berlin şehrinde geçer. Bu aynı zamanda, ünlü Batı’lı mütefekkir Muhammed Esed ve ailesinin İslam’a dönüş öyküsüdür.

 Birgün Esed Berlin metrosunda seyahat ederken refah toplumu olmalarına rağmen insanların yüzlerinin sanki gizli bir acıyla kasılı olduğunu görür. İnsanların yüzlerinde cehennemi bir çizgi vardır. Duyduğu sarsıntıyı yanında bulunan eşi Elsa’ya açar. Elsa, evet der, bu insanlar, “bir cehennem azabı çekiyorlar sanki.. Acaba kendileri bunun farkındalar mıdır?” diye Esed’in sözünü tasdik eder. Yön haritalarını kaybetmiş insanların içindeki huzursuzluk, yüzlerine vurmuştur.  Esed bu acıları ve ıstırapları insanların amaçsız, nihilist, inançsız ve fasılasız sadece refah peşinde, güdülerini doyurma peşinde koştuklarına bağlar. Çünkü kanaat en büyük hazinedir. Gönül gözü aç olan insanın dünya gözü asla doymaz.  Kutsalı olmayan, kutsala tutunmayan bir insan, yaşadığımız modern zamanlarda olduğu gibi, her şeye sahip olmak uğruna bütün kutsal değerlerin ipliğini pazara çıkarır.

Bu duygular içerisinde Esed ve eşi Elsa eve döndüklerinde masada açık kalmış Mushaf’ı görürler. Esed, bizzat kapatıp kaldırmak için Mushaf’a uzandığında gözleri Tekâsür Sûresi’ne ilişir. Birden bu surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı ve yorumu olduğunu hisseder.  Çünkü tekâsür; insanın daha çok konfor, daha fazla maddi servet, insanlar veya tabiat üzerinde daha güçlü otorite ve kesintisiz bir teknoloji üretme için çırpınma saplantısını ifade eder.  Bu çabaların, başka her şeyi dışlayan bir şekilde aşırı bir tutkuyla sürdürülmesi, insanı her türlü ruhi kavrayıştan ve dolayısıyla tamamıyla manevi/ahlaki değerler üstüne kurulmuş herhangi bir sınırlama ve kısıtlamayı kabullenmekten alıkoyar. Sonuçta yalnız bireyler değil, bütün bir toplum iç tutarlılığını ve dengesini, dahası her türlü mutluluk fırsatını yavaş yavaş yitirir. Artık toplum bir denge firarisi yaşamaya başlar.

Öyleyse, Tekâsür Sûresi’nin muhtevasında neler vardır? Esed’e bu surenin muhtevası şu düşünceleri terennüm ettirir:

“Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır: Ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştır.  İnsanların boyunlarına binmiş; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor İfrit, uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyor onları. Ne kadar hikmetli olursa olsun bir insan, yirminci yüzyıla özgü bu acılı koşuyu kendiliğinden bilemez, böylesine hâkim bir perdeden, böylesine apaçık bir üslupla dile getiremezdi.  Hayır, Kur’an’da konuşan Hz. Muhammed’in (a,s) sesinden daha güçlü, daha yüksek bir sesti ve bütün zamanları aşarak ulaşıyordu yirminci yüzyıl insanın kulağına.”

Aşkınlıktan kopmuş birey ve toplumun düşüşünün Kur’an’da canlı bir şekilde tasvir edilmesi; Esed ve eşi Elsa’yı çarpmıştı. Evet o Kur’an geçmişte Mekke müşriklerinin ya da günümüz müsteşriklerinin iddia ettiği gibi Muhammed’in uydurması değildi.  O, serapa Allah kelamıydı. Artık Esed ve eşi Elsa, Müslüman olmağa karar vermişlerdi.  (Geniş bilgi için bkz.  M. Esed, Kur’an Mesajı, (çev. Cahit koytak-Ahmet Ertürk), İstanbul, I/1-2; III/1302).

Görüldüğü gibi “Tekâsür Sûresi” eşyaya tutsak birey ve toplumların ruh yapısını analiz etme bakımından çok çarpıcıdır. Çünkü eşyaya eşitlenmiş bir mü’minin ya da eşyanın mü’mini olmuş bir cimrinin toplumun zayıf kesimleriyle sahip olduğu servetin bir kısmını paylaşmaları mümkün değildir. Çünkü servet, o insanda bir bağımlılık haline dönüşmüştür. Mala doymaz bir ruh, ilahi bir denetimden çıktığı için kendi kişisel çıkarı adına dünyayı ateşe vermekten bile çekinmez. Bunun için Kur’an hem ruh ve hem de sosyal içerikli toplumsal sağlığı korumak için “infak” gibi bir ameli zorunlu kılmıştır. Allah yolunda sahip olduğumuz malın bir kısmını yine Allah’ın belirlediği kimselerle paylaşmak fiili bir şükürdür. İnancı zayıf insanlar, başkaları için harcamayı bir kayıp olarak değerlendirirler. Onun için Kur’an bu hasta kalpleri: “Siz neyi infak ederseniz, o hemen ardından ona verilir” (Sebe’ 34/39) demek suretiyle tedavi etmek ister.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi