İnsan insanın bütün sorularını cevaplayamaz
Yaşadıkça öğrenir, yaşadıkça kalbine döner insan. Kâinatla iç içe ve sessiz yaşamak gerekiyor. Rabbimiz tarafından bahşedilmiş bir ömrü yaşıyor ve zamanını bilmediğimiz ancak kesinliği olan ölüme doğru yol alıyoruz. Ahiret inancımız olmasa bu dünya dayanılır gibi değil. Çok ses çıkarıyoruz ve çok ses var. Sesler, renkler, ışıklar, hız insanı ayartıyor, kendinden uzaklaştırıyor. İnsan hem saklanmak, hem bulunmak istiyor. İnsan şikâyet ettiği şeylerin çoğuna teşne. Kendinden başkasını suçlayan insan yanılmaya devam edecektir. Bütün yaşadıklarımız seçtiğimiz ve yürüdüğümüz yolun süreğinden başka bir şey değildir. Dua, kalbimizin dilidir. İncinmek, hakikati arayan için hikmet kaynağıdır. Kaderinden şikâyet edemez insan, kaderini nimet bilir. İnsan ne kadar söylerse söylesin eksik söyler, tamamlayan Rabbimizdir. Söylediğine, yazdığına, makamına, güzelliğine güvenen, bugün esen yarın esmeyecek olan rüzgâra güvenen ahmak durumundadır. Kibir başkalarından önce bizim derdimizdir. İnsan yalnızca ahlakına, ihlasına ve imanına güvenebilir, o da ne kadar güvenebiliyorsa artık. Marifet çok söylemek değil, güzel söylemektir. Hepimiz kendimize yakışanı yapıyoruz. Bütün bahaneler bahanedir sonuçta. Hissim o ki, elini merhametle tuttuğumuz insanlarla az konuşuruz, hele de kalp kalbin elinden tutmuşsa sözlerin çoğu anlamsızlaşır, kalp kalbe söyler, kalbe duyuramadığımızı, bağıra çağıra duyurmamız, kendimizi kandırmaktır. İnsan önce ve sonra hep kendini kandırır.
Cevizin kalın kabuğunu kırmadıktan sonra içini görmek mümkün değildir.
Gün gelir, o kalın kabuk kırılır, içimiz gözükür.
Okuduğum kitapların birinden aklımda kalmış: “Fakir değiliz, paramız yok” diyordu. Bu cümleden çok etkilenmiştim. Birçok insanın fakir olduğunu düşünüyor, hatta müşahede ediyordum. Fakirlik ruhsal, parasızlık ise dünyalık bir durumdu. Dünyalık işler gelir giderdi, bu gün olmayan yarın olabilirdi lakin “ruhumuz” fakir ise bunu gidermek zordu. Fakirlik, kendimizden önde olduğunu zannettiğimiz insanların dünyalık durumlarına öykünmek, imrenmek ve kıskanmak oluyordu. Başkalarına yakıştırmamak ancak kendimize hak görmekti. Daha derinlerde, sosyolojik olarak bu durum, modern ve kapitalizmin hüküm sürdüğü günümüz dünyasının temel dinamiği oluyordu. Kapitalizm doğası gereği bizlere her geçen gün daha fazla seçenek, daha fazla tüketme hilesi sunarken diğer taraftan bizleri “fakir” kılıyordu.
Hepimizin yaşadığıdır. Kalbimizin üzerinde ağır bir taş vardır. Kaldırmaya gücümüz yetmez. Nefes almakta zorluk çekeriz. Bu taş; bazen bizi sevdiğini söyleyen bir insandır, bazen bizim yaptığımız bir hata… Oysa seven sevdiğinin kalbine taş, gönlüne yük olmamalı. Tam tersine insan insana esenlik olmalı. Hele de sevdiğimizi söylüyorsak. Ve bir dost, bir insan evladı gelir, hatamıza, yükümüze omuz verir, taşı kaldırır. Hafifletir bizi. Nefes almak güzelleşir.
İnsan insanı sever, insan sevdiği için ölür ancak insan insanın bütün soruları cevaplayamaz.