Şerife Oktar
Şerife Oktar İlim Kendin Bilmektir

İlim Kendin Bilmektir

Eğitimi, bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla istendik yönde davranış değiştirme süreci olarak tanımlar eğitim bilimcileri. Yani eğitim sadece insanda değil hayvanlarda da geliştirilebilen bir fazilettir. Biz burada insanın eğitimini ele alacağız.

İnsani ilişkilerde kişinin konuşmasını, oturup kalkmasını, hal ve hareketlerini belirleyen en önemli unsurdur eğitim. Kişilerin davranışları aldığı eğitimle ‘genellikle’ doğru orantılıdır.  Genellikle diyorum çünkü kendini yetiştirebilmiş ilkokul mezunu insanlar kadar okumuş cahiller de üniversite mezunu ahlak yoksunu insanlar da fazlasıyla mevcuttur.

Anne karnında başlayan eğitim ölene kadar sürer. Yapılan araştırmalarda anne karnındaki bebeğin çeşitli sesleri duyduğu, annesinin sesini ayırt ettiği hatta farklı tatları da ayırt ettiği bilinmektedir. Öyle ki bu ilk eğitimin bebeğin kişilik gelişimine katkısı yadsınamaz bir gerçektir.

Görmek için bakan ve duymak için işiten insanın algılaması da öğrenmesi de kolaydır. Sonunda eğitimli insan olmaya taliptir. Her an hayattan bir şeyler öğrenir insanoğlu. Her an isteyerek veya bilinçsizce bir şeyler öğrenmededir. Okul neresidir sorusuna meşhur Türk filminde Mahmut Hoca’nın yaptığı eğitim tanımı aklıma geldi: “Okul sadece dört yanı duvarla çevrili tepesinde damı olan yer değildir. Okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında bir dağ başı. Öğrenmenin bilginin var olduğu her yer bir okuldur.”

İsimlere –cı,-ci eki getirerek yeni isimler kurarız. Simitçi, ayakkabıcı, pastacı, postacı… Günümüzde eğitim alan kişilere kullandığımız kelime öğrenci. Öğrenci kelimesinin zayıflığı bir yana önceden talebe kelimesi kullanılırmış. Talebe yani isteyen, talep eden kimse. Bilgiye ilme talip olan kişi. İsmiyle müsemma olunca talebeler ilim öğrenme yolunda ciddi zorluklara göğüs gererlermiş.

Eğitim öylesine mühim ki “Oku” ayetiyle ilk emrini verir Rabbimiz. Kaleme ve satır satır yazdıklarına yemin eder. Tam kırk iki yerde insanları akletmeye davet eder. Aklını kullanmayanları yerer.

Dilinin peltekliği ile bilinen Hz.Musa’ya risalet emri verildiğinde Rabbine şöyle dua eder: “Ey Rabbim! Göğsümü aç, genişlet. İşimi kolaylaştır. Dilimde bulunan düğümü çöz de, anlasınlar beni” (Taha:25-28)

Peygamber Efendimizden bir hadis öğrenmek için “rihle” adı verilen uzun yolculuklara çıkarmış talebe sahabeler. Yaşları kiminin 20 kiminin 50 hatta 70… Aylarca süren yolu kah deve sırtında kah yürüyerek alırlarmış. Öyle olmasa Peygamberinin dizinin dibinde yetişmiş, doksan üç yaşında İslam davası uğrunda o meşakkatli yolu çekip de Anadolu’ya gelen Ebu Eyyub El Ensari’nin  kabrinin İstanbul’da bulunması mümkün olmazdı.

Yunus Emre, kıtlığın had safhada olduğu bir dönemde halka buğday yardımı yapan Hacı Bektaş-ı Veli’nin dergahına gelir. Hacı Bektaş, buğday mı istersin yoksa erenlerin himmetini mi diye haber gönderir. Yunus, Hacı Bektaş’ın ne demek istediğini anlamaz ve bu teklifi üç kez reddeder. Hacı Bektaş, istediği kadar buğday verip gönderir. Köy yoluna düşen Yunus, yaptığı hatayı anlar ve geri döner. Fakat bundan sonra olmaz derler. Biz o nasibin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik. Varsın ondan alsın derler. Bunun üzerine Yunus Emre Tapduk Emre dergahında tam kırk yıl odun taşır. Dergah kapısına tek bir eğri odun taşımayan Yunus’un ilim tedrisi tamamlanır. Nefis terbiyesi için yıllarını veren şair artık dergahta öğrendiği ilmi öğretmek için yollara düşer. Azerbaycan, Şam, Tebriz, Bağdat, Şiraz, Rum ve Anadolu’nun farklı yerlerini gezer. İnsanlara Allah sevgisini sade dili ve öz Türkçesiyle aşılar: “İlim İlim bilmektir/İlim kendin bilmektir/ Sen kendini bilmezsin /Ya nice okumaktır”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şerife Oktar Arşivi