İkbâl beklentisi ve şahsiyet
Birilerinin iki dudağının arasından çıkacak söze yönelik ikbâl beklentisi içinde olanlar dik duruş sergileyemezler.
Kendilerine özgü bir tavır geliştiremezler.
Dik duruş sergileyememe de, bir tavır değil midir?
Evet, bu da bir tavırdır ancak kişiye şahsiyet kazandıracak bir tavır değildir.
Bu tavır kişiye makam kazandırabilir, para kazandırabilir, geçici dostluklar kazandırabilir, zaman kazandırabilir, menfaat kazandırabilir ama şahsiyet kazandıramaz.
Şahsiyet sahibi insandan beklenen en temel tavır, doğruya doğru, eğriye eğri demesidir.
Her şey burada başlar ve biter.
Doğruyu tasdik ve eğriyi tenkit, her türlü çıkar hesâbından âzâde net bir tavırdır ve şahsiyetin altın bileziğidir.
Şahsiyet sahibi insan, haksızlık karşısında dilsiz şeytan değildir. Böyle durumlarda, şahsiyetli insanın sözünü ve fiilini, çıkar hesabı şekillendirmez.
Yalnızlık Allah’a mahsustur. İnsan sosyal yaşantıya muhtaçtır. Bu sosyallik, ailede başlar; okulda, iş hayatında ve cemiyetlerde devam eder.
Sosyal yaşantı içinde insandan beklenen toplumsal bir rol vardır ve bu rol kişiden kişiye değişir.
Rolleri belirleyen en temel unsur, kişinin sahip olduğu unvanıdır. Bu unvan, elde edilen ikbâlin görüntüsüdür.
Şahsiyetin altın bileziğini yukarıda ifâde etmiştik. İkbâlin altın bileziğinin de erdemli şahsiyet olduğunu söyleme vaktidir.
Bu ikbâl, birisi ya da birileri sayesinde elde ettiğiniz ikbal ise, şahsiyetinizin bu ikbâli koruma ya da yeni beklentileri oluşturma düşüncesinden etkileneceğinden şüpheniz olmasın.
Bu durum böyle maalesef.
Yıkılası virânede evladü-ıyal var ve bir de nefis var çünkü.
İkbâl beklentisi, şahsiyeti kemiren keskin dişlerdir. Bu dişlere karşı direnç gösterebilen insan sayısı, sayılarla sınırlıdır.
Yaşıyorlar mı, bilmiyorum.
“Ödül alan ödün verir” sözü, şahsiyete işâret etmekte ve ödün verilerek eritilen değerin şahsiyet olduğunu ifâde etmektedir.
İkbâl ve erdem, aynı kandan gelen iki kardeştir ama bir araya gelemiyorlar maalesef.
Dünya ve insanlık ve de Türkiye’miz, bu iki kardeşin vuslatına muhtaç durumda.
Erdem, şahsiyetli insanın tavrıdır ve asilliğin kimlik belgesidir. Şahsiyetli insan, haksızlık karşısında susmayı kendine yük etmez. Susması neticesinde elde edeceği ikbâle hiçbir zaman tâlip olmaz.
Tâlip olursa, minnet yükünün kendini yoracağını ve bir gün gücünün biteceğini bilir. Ömer Seyfettin “Diyet” ile, bu durumu çok güzel hikâye etmiştir.
Aslında böyle bir yüke tâlip olmakla işe başlamak da, bir bitiş değil midir?
Cevaplarımız farklılık gösterebilir ancak minnetin, erdemli insana yüklenebilecek en ağır yüklerden biri olduğunu söylemek, kanaatimce yanlış olmayacaktır.
Minnete sebep, elde edilen ya da edilecek olan ikbâldir. İkbal beklentisi, şahsiyeti şekillendirmekte ve tavırları ortaya çıkarmaktadır.
Beklediğiniz ikbâle sahip olmuşsanız, size bu ikbâli sunan insanların doğrularını doğrunuz, korkularını korkunuz, düşmanlarını düşmanınız, menfaatlerini önceliğiniz, taleplerini geri çevrilemez olarak göreceksiniz.
Gözünüz sürekli, bu kişi ya da kişilerin iki dudağında olacaktır ve o iki dudaktan ne çıkacağı düşüncesi, geceniz gündüzünüz olacaktır.
Bu insanların gafı bile olsa, ikbâlinizin elinizden alındığı ya da görevden alındığınız yönündeki bir söylenti, başınızdan aşağı kaynar suların dökülmesine yetecektir.
Böyle bir ikbâlin, insana, kendine has tavırlar kazandırabilmesine imkan bulunmamaktadır.
Bu ikbâlin sahibi, modern bir mahkumdur. Sahip olduğu ikbâle sevinen insanın durumu, Mevlana’nın ifadesiyle hücresinin genişliğiyle övünen bir mahkumdan farksızdır.
Kapalı kapılar ardındasın ve kendi göbeğini kendinin kesmesine imkan ve işâretin yok.
Alınteri yüzakıdır insana ve insanın yüzünü hiçbir zaman kara çıkarmaz.
Rabbim cemiyetimizi, ikbâl ve erdemin vuslatına vesile olan müstesna insanlardan yoksun bırakmasın. Amin.
Duânızı eksik etmeyin efendim.