Hışırtı Avcısı
Kimi kitaplar, çıkardığı sesle avlar sizi, ismiyle tavlar, olduğunuz yerden alır hayal dünyasında dolaştırır hislerinizi şöyle bir yoklar ve tekrar gerçek dünyanın kollarına bırakır tıpkı “Hışırtı Avcısı” gibi. İşte böyle bir kitap oldu bizim için Abdullah Harmancı’nın öykü kitabı Hışırtı Avcısı.
Kitabı okurken kâh çocukluğuma misafir oldum kâh bir masalın kahramanı. Kimi zaman gülümsedim kimi zaman başımı kitaptan kaldırıp uzaklara dalıp gittim. Çocuklar için bir öykü kitabı mıydı, büyükler için yazılmış çocuk saflığında bir masal mıydı?
Haminnemden masallar dinlerdim hiç bıkmadan ve tüm bunları nasıl da biliyor, nasıl da güzel söylüyor diye hayran hayran bakarak yüzüne. Bir çocuk ne kadar hayret edebilirse o kadar hayretle ne kadar korkarsa o kadar korkuyla… Lakin masalın sonunda gökten düşen üç elmadan biri benim olunca bu defa bir çocuk ne kadar mutlu oluyorsa işte öyle mutlu olurdum. Masallar güzelmiş azizim, birilerinin bize masal anlatması güzelmiş. Abdullah Harmancı’nın kitabını bir nefeste bitirdiğimde o aynı çocuk gelip yanıma oturdu ve biz o çocukla mutlu olduk.
Eskiler, aklı başında oturmasını kalmasını bilen zeki bir çocuk gördüklerinde “büyümüş de küçülmüş” derlerdi. Bense bu kitapta küçükmüş de büyümüş kahramanlarla tanıştım. Kendim de tekrar o küçük yaşlarıma dönüp şimdiki halimle o yıllara baktım.
Kitabı okurken “Haran Kafa” kılığına giren Ramiz olmayı mı tercih ederdim yoksa böyle güzel masallar, hikayeler anlatan birini dinleyen çocuk mu olmayı isterdim bilemedim doğrusu. Diğer yandan hem çocuklarla hem de Ramiz’le Abdullah Hocam sayesinde hemhal olmak bu yaşa nasip olacakmış demek ki. Çocukları seven, ama öyle lafta değil içten ve candan seven gönüllere, çocuklara “kelebeğim” diyen dillere ne çok ihtiyacımız var.
Kitaptaki öyküler, küçüklere yazılıp büyüklere hediye edilmiş gibi. Biz okuyunca çocuk olduk, çocuklar okuyunca büyüdüler azizim. Ancak bir çocuğun düş dünyasına, hayal gücüne, sakladığı dünyasına ilham olabilecek olayların, isimsiz imgelerin, sır gibi saklanan rüyaların gündelik konuşma diline sade ve akıcı bir üslupla aktarılması kalemin bereketi olsa gerek.
Kitabın isim babası olan öyküyü okuyunca yani “Hışırtı Avcısı” hikayesini “işte bu ben değil miyim” deyip üstüne bir de kendi kendime sesli düşününce gülümsedim. Çocukluk yıllarımız, memleketimde göl kenarında kafadar üç beş arkadaş yaşımıza bakmaz kamp yapar şehirden uzakta bir hafta on gün kafa dinlerdik. O yaşımda gece göl kenarında sahilde otururken ayın şavkı vurup yakamoz düşünce suya ve bir de dalgalar şıpır şıpır vurunca sahile… İşte tam o sahneyi sesleri ile birlikte kayıt edip, saklayıp, imkân olsa da bir bohçaya sarıp yanıma alabilmeyi ne çok isterdim.
“Beni Kurtaran Öğretmen” adlı öyküden kendi öğretmenliğime bir ibret aldım ve bir ders daha ekledim nasibime. Nasip demişken “Zihin Okuma Şampiyonu” isimli öyküde insana verilen nasip miktarının nasıl da layığı ile takdir edildiğini ve bazı şeylere rıza göstermenin büyük bir nimet olduğunu tebessüm ederek okudum.
Velhasıl kitaptaki öyküler bizi hem uçsuz bucaksız hayallere doğru yolculuğa çıkarıyor hem tün canlılığıyla ve tüm gerçekliğiyle bizden, çocuklarımızdan, haminnemizden, dedemizden, komşumuzdan yanı başımızdan bahsediyor. Sizden biri sizi anlatınca da siz kendinizi okuyor gibi hissediyorsunuz.
Ha bir de kitabın resimleri var; şirin, canlı, keyifli çizimler… Diyorum; resimler mi masallar okununca çizilmiş, resimler zaten vardı da öyküler mi o resimlere bakıp yazılmış, çizerinin ellerine sağlık demekten kendimizi alamadık.
Nitekim Paşam, kitabı okuduğunda şu yazdıklarını unutmamak için kitabın boş tüm sayfalarını kurşun kalemle doldurdu. Aklımıza haminneden kalma bir masal takıldı, çocukluğumuzdan bir göl hatırası. Şimdi bu yaştan sonra duymaktan keyif aldığımız, mutlu olduğumuz hangi sesi avlayalım? Sahi siz hangi hışırtıyı seversiniz?
Var olasınız Abdullah Harmancı Hocam…