Her tarafımız hüzün…
Bir önceki günün sayısız aceleci koşuşturmaları ve bunun getirisi telaşe ve yorgunluk…
Kendimce en güzel, en verimli ve Allah’ın benim için çizmiş olduğu yolun ilerisine geçmeden, hudutları çiğnemeden bitirmiş olmaya çalıştığım bir günün daha sonu…
Başımı yastığa koyduğumda her zaman gizli bir muhasebe iştigal ediyor beynimi… ‘’ İnsani ve kulluk görevlerini yerine getirebildin mi?’’ diye…
Yorgun beynimle bu sarsıcı muhasebenin hesabını vermeye çalışıyorum; ‘’Tüm hengamelere rağmen bana verilen gücün ötesine geçemeden tüm acizliğimi de göz önünde bulundurarak elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım''…
“Garibim muzdaribim ama umutsuz değil’’…
Tertemiz, tazecik bir sabaha daha uyandım… Çok şanslıyım…
Rab’bim sana çok teşekkür ediyorum; Bana bir şans daha verdin! Seher vaktinden selam olsun!
Her yer sessiz, kent huzur kokuyor. Camı açıp derin derin huzuru çekiyorum içime… Çekiyorum çünkü gün boyu acı haberlere şahit olacağım. Kor gibi yanacak kalbim yine, biliyorum…
Ezan sesiyle kendime geliyorum. Kulaklarımda tatlı bir nağme, hoş nidâ…
Dünyanın bütün müzisyenleri bir araya gelse bu denli, kalpten arşa kadar titreten bir nağme ortaya çıkaramazlar kesinlikle. Tatlı bir tebessüm yayılıyor yüzüme…
Bu sefer yeni günün sorusu takılıyor aklıma; ’’ Bu kadar büyük bir cüsseyle ve de sayısız hücreyle seni donatmış olan Allah’ın, yine-yeni bir sabaha ulaştırdığına göre senden mutlaka bir isteği olmalı’’…
Korkuyorum tedirginim. Açsam mı acaba televizyonu… Önce vazgeçiyorum, çünkü tahmin edebiliyorum karşımda sıralanacak sahneleri…
Tabii ki korktuğum başıma geliyor.
Son zamanlar daha çok artan, karanlık ve kargaşa içinde boğuşan insanlığın kısa kısa fragmanlarını izlemeye başlıyorum…
Dünyanın her bir tarafında zulüm, savaş, kan, kan, KAN…
Feryat, figan, ağıt, dua, beddua. Hepsi birbirine karışmış, arşı- ala titriyor… İnsanlık nereye gidiyor?
Zulüm altında inleyen, kendi öz yurtlarından kaçıp sığınacak liman arayan şefkat bekleyen ama bulamayan horlanan göçmenlere mi yansak, yoksa tazecik, ömrünün baharında, fidan gibi yiğitlerin haince, kalleşçe kirli emellere alet olmuş aziz şehitlerimize mi?
Al bayraklar içinde onurla, gururla taşınılan omuzlardan, ilelebet mekanlarına uğurlanan şehitlerimiz; mekanınız cennet, ruhunuz şâd olsun!… Her sözümüz çaresizlik, bedbinliği heceleyip duruyoruz.
Her tarafımız hüzün…
Yüreğimiz yanıyor… İçimiz acıyor…
Kardeş kardeşe vurduruluyor, içimize fitne tohumları ekiliyor. Oysa ki bu topraklar her iki tarafın da atalarının kanlarıyla sulanmış. Oynanan oyunlar büyük. İşte şimdi bölünme değil bilakis birlik olma zamanı… Düşmana inat, FETİH zamanı…
Yeryüzünde Müslümanlar mazlum... Müslümanın görevi zulme baş kaldırmak, mazlumun hakkını korumaktır. Müslüman için temel kural, ne zulmetmek ne de zulme uğramaktır. Öyle ise Müslüman zulümlere baş kaldırmakla mazlumiyetinin süresini kısaltmış olur. Dolayısıyla vâkârlı bir şekilde dik durup dualarımızın siperine sığınacağız… Dua mü’min’ in silahı değil mi nasıl olsa…
Haydi şimdi ellerimizi gökyüzünün derin semalarına doğru, olabildiğince uzatalım ve haykıralım. Gündüzü geceye, geceyi gündüze çeviren Allaha dökelim içimizi. Dindirelim feryadımızı. Yağmur nasıl yeryüzünü yıkıyorsa bu dua ve yakarışımızda yıkasın benliğimizdeki kiri….
Bitsin savaşlar. Ağlamasın analar kadınlar, çocuklar.
Cellatların yaşadığı bir dünyada yaşamak istemiyorum...
Rabbim beni de yanına alır mısın? Zira çok ağır gelmeye başladı katillerle aynı dünyada yaşamak, aynı havayı solumak…