Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Hemen hemen sil baştan

Hemen hemen sil baştan

Küresel boyuttaki gelişmiş ülke ekonomilerinin sert verilere dayalı rüzgarlarından etkilenen diğer gelişmiş ülkelerin yanı sıra gelişmekte olan ülkelerin birinci derecede etkilenmelerinin sıkıntıları devam ederken, ülkemizde sürpriz sayılabilecek nitelikte siyasal tabanlı bir atraksiyon ortaya çıktı. Yetki kullanımı paylaşımı temelli bu kavganın ülkemiz ekonomisini, siyasi süreci ve toplumsal barışı zedelemeksizin genel bir kaosa yol açmadan atlatılması, gelecek adına da en olumlu sonuçları doğuracağı muhakkaktır. Aksi olursa yani siyasi atmosferin şu anki duruma göre daha da bozulması, hem içerde hem dış dünyada ülkemizle ilgili zaten pek iyimser olmayan algının daha da bozulmasına yol açıp domino etkisi yaparak, 2023 ve 2071 gibi psikolojik yıllarda ulaşılması hedeflenen değerlerden sapılması sonucunu getirecektir. Bildiğimiz kadarıyla ciddi bir altyapıya dayanmadığı fikri ağır basmasına rağmen yapılan bu sert siyasi manevranın sonuçlarının ne olacağıyla ilgili en doğru cevabı zaman verecektir. Zaten FED, ECB kararlarının tüm dünya ekonomilerini etkilediği, Çin, Japonya, Rusya, Brezilya, Hindistan gibi ticaret hacmi açısından potansiyeli yüksek ülkelerde süreç haline gelen istikrarsızlık, petrol fiyatların bir türlü stabil duruma getirilememesi ve ülkemizin şu an yaşadığı iç kaynaklı terörün üzerine Suriye odaklı jeopolitik risklerin varlığı artı ekonomik yapımızın sağlam omurgaya sahip olmaması, tüm bu gelişmelerin üzerine tuz biber ekmiş durumdadır.

          Son açıklanan yıllık TÜFE’nin, mevsimsel etkilerle yüksek derecede gıda maddelerinin genel fiyatlarının düşük seyretmesine bağlı olarak % 6,57 gibi düşük olarak açıklanması ilk aşamada iyimser bir havanın yansımasına yol açarken, enflasyonun hesaplanmasında genelde hane halkının kullandığı mallarla hizmetlerin fiyatlarındaki ortalama değişimi gösteren ve manşet enflasyonu şeklinde de ifade edilen TÜFE oranının sağlıklı olup olmadığının adeta bir yerde test edilmesine ışık tutan, mevsimsel ve maliye politikası gibi dışsal şartlara açık olan, üstelik gıda ve enerji fiyatları, ipotek faiz ödemeleri, kamunun belirlediği fiyatlar, ulaşım maliyetleri ile dolaylı vergiler gibi faktörlerin mal sepetinden çıkartılarak düzeltilmiş endeks yardımıyla ölçülen çekirdek enflasyon oranının % 9,40 düzeyinde gerçekleşerek katılığın sürmesi, sevinmenin konuya biraz detaylı bakılınca erken olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Çekirdek enflasyon ile manşet enflasyon arasındaki fark, çekirdek enflasyonu lehine bu kadar fazla iken, % 6,57 olarak açıklanan TÜFE oranının kalıcı şekilde azalacağını söyleyerek ekonomi yetkililerinin zafer naraları atması, ancak günü kurtarmaya çalışmaktan öteye geçmeyecek ve ülkemiz ekonomi gündemini oyalama çabalarından başka bir şey değildir. Çünkü enflasyonun kalıcı olarak artmasına neden olan ve yukarıda sayılan faktörlerin varlığı durumunda, TÜFE’nin istikrarlı bir şekilde düşürülmesini mümkün değildir. Enflasyonda olduğu gibi hayatın her alanında, nedenleri ortadan kaldırmayıp sadece sonuçlar üzerinde uğraşmakla, hem sorunlar çözülmez hem de zaman kaybından başka bir getirisi de olamaz.

          İktidar tarafında içten içe sürdüğü ve siyasi çift başlılığa dayanan çatışmanın su yüzüne çıktığı şu günlerde, ülkemizin içinde bulunduğu her elanda özellikle de ekonomik açıdan gerilemesi, en istenmedik senaryodur ve fakat olmayacak bir ihtimalde değildir. Başbakan Davudoğlu tarafından bizzat açıklanan, ülke kamuoyunu ekonomik ve sosyal ağırlıklı reform paketleriyle üretim ekonomisinin gelişmesine yönlendiren düşünce yoğunlaşmasının dağılması, umarım uzun yıllardan beri elde edilen kazanımların boşa gitmesi sonucunu doğurmaz.

          Olumsuz olası bir diğer senaryo ise ekonomik ve siyasi çalkantılara gebe durumdaki ülkemizin içinde bulunduğu ortama, küresel ölçekte nasıl bakıldığıdır. Jeopolitik risklerle (terör, petrol fiyatları, emtia fiyatları, küresel durgunluk) birlikte, ülkemizle başta Eurozone olmak üzere ABD, Ortadoğu, İran, Rusya gibi yüksek düzeyde ticaret hacminin olduğu ülkeler arasında daralması sonucu istihdam oranının azalması, kalkınma ikliminden büyüyen ekonomiler sınıfına atlayamamamız, sürekli övünerek dile getirdiğimiz genç nüfusumuzun beşeri sermaye niteliğinin yükseltilmesine yönelik eğitim başta olmak üzere gerekli ve yeterli düzeyde yatırımların yapılmaması, AR-GE ve inovasyon kaynaklı yüksek katma değer barındıran malları üretemememizin fotoğrafının IMF, Dünya Bankası ve uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından objektif olarak çekilip dünyaya servis edilmesi, cari açıkla iç içe yaşayan ve bu yüzden de dış borçlara ihtiyaç duyan ülkemize ek yaptırımlar ve maliyetler yükleyecektir. Bu maliyetlerin azaltılması ve ülkemize yansıyacak zararların asgariye inmesi, başta siyasi, iktisadi olmak üzere toplumsal birlikteliği sağlamaktan geçer. Yeter ki kişisel egolar, ülke çıkarlarının önüne geçirilmeyip tekrar başa dönülmesin.   

 

          Soru: Yerli paranın değeri artma trendine girerse, devalüasyon beklentisi oluşur mu? Neden?...

          Sözün Gözü: Yürürken hem karşındakilerin hem de yanındakilerin kim olduğuna bakacaksın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi