Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal GÜN GÜNÜ ARATIYOR

GÜN GÜNÜ ARATIYOR

Uygulamaya konulan ekonomi politikalarına rağmen ortaya çıkan sonuçlar, büyük ölçüde hemen tüm ülkeler için beklentilerin altında kalmıştır. Gelişmiş batı ülkelerinin yönetmeye ve kurmaya çalıştığı dünya düzeni denklemi, kaynakların adil bir şekilde paylaşımına dayanmadığından, herkesi kapsayıcı nitelikte başta ekonomi olmak üzere siyasi, toplumsal ve sosyal refahın kalıcı şekilde sağlanmasını beklemek global boyutta neredeyse olanaksızdır. Ülkelerin maddi ve manevi temel hak ve özgürlüklerinin hakça dağılımı bir yana, batılı ülkelerin kendi çıkarlarını ne olursa olsun ilk sıraya koymaları, dünyanın kaos ortamı yaşamasının en temel faktörüdür. Bu anlayıştan vazgeçilmediği sürece hiçbir batılı gelişmiş ülke halkının, diğer tüm ülkeler gibi uzun dönemde huzuru yakalaması, hayalden öteye geçmeyecek bir beklentidir. Konu bu denli basit ve ortada iken, körün gözüne gözüne hesabı gelişmiş batılı ülkelerinin, dünyayı son yarım yüzyıldır kaynayan kazan durumuna getiren politikalarında ısrar etmesi hem bir ironi, hem de yıllardan beri dünya kaynaklarının batılı ülkeler lehine aktarılması üzerine dizayn edilmeye çalışılan politikaların başarısız olmasına rağmen devam edilmesi, üzerinde ayrıca tartışılması gereken bir konudur. Çünkü dünya gelişmiş otuz kırk ülkeden ibaret olmadığı gibi, sadece bu söz konusu ülkelerin refah düzeylerinin yükselmesiyle de, küresel ekonominin istikrara kavuşması da beklenmemelidir. İronidir, şöyle ki; gelişmiş batılı ülke halklarının içinde bulunduğu yaşam koşulları kalitesinin daha üst düzeyde gerçekleşmesi ve bu düzeyin uzun dönemde kalıcı olmasının yolu da, gelişmekte olan ülkelerin emtialarına, çeşitli uydurma nedenlerle sahip olarak sömürge yoluyla elde ettikleri kaynakları kendi ülkelerine aktarmaktan değil, gelişmekte olan ülkelerin de istikrarlı ve sürdürülebilir büyümelerini sağlamaktan geçmektedir. Ancak bu başarılırsa dünya ekonomi pastasının, hızla büyümesi hedefine daha kolay ulaşılabileceği gibi, küresel barışa da katkı yapılmış olacaktır.

          Batılı ülkelerin sömürge yolunu tercih ederek kendi zenginliklerini artırma düşüncesi temelden sakat olduğu gibi, uzun dönemde başarılı olması da olanaksızdır. Bir kanadı kırılmış kuşun uçamayacağı gibi, global büyümenin sadece tek taraflı olarak gelişmiş ülkelerin üzerinden sağlanmaya çalışılması da, dünyaya ekonomik refah getirmeyecektir. Burada ortaya çıkan paradoks gelişmiş batılı ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin emtialarını çeşitli bahanelerle iç ettikten sonra bu ülkelerin ithalat güçleri azalacağından, kendi ihracatlarını nasıl artıracakları konusunda bir çözüm geliştirememeleridir.  Daha net olarak ifade edecek olursak; ABD, Almanya, İngiltere, Japonya gibi gelişmiş ülkeler, emtialarına el konulan, yönetimleri bir şekilde manipüle edildiğinden bir türlü ekonomik ve siyasi istikrara ulaşamayan ve GSYİH veya kişi başına düşen GSYİH artırılamadığından dış alım gücü de haliyle düşük olmak zorunda kalan gelişmekte olan ülkelerin ürettikleri malları kime ihraç edecekleri sorusu yanıt bulamamakta ve sorun ortada durmaktadır.

          İçinde bulunduğumuz çağda genel olarak dünya koşulları bu şekilde iken, artık moda haline getirilerek adeta magazinleştirilen ABD, Almanya, Japonya ve Çin gibi büyük hacimli ekonomilerle ilgili olarak, objektifliği artık açıkça tartışılan kurum ve kuruluşlar (S&P, FITCH, MOODY’S, IMF, WB, FED, ECB) çeşitli tarafından açıklanan verilerin üzerinden kendilerini pozisyon ve alan oluşturmaya çalışanların sonunun hüsran olacağı açıktır. Verilere göre ekonomi politikaları belirlemeye ve kurgulamaya çalışmak, dökme su ile değirmen döndürmeyle eş anlamlıdır. Sonuçlara göre ekonomi politikaları uygulamakla gelişmekte olan ülkelerin istikrara kavuşması beklenmemelidir. Çözüm gayet açıktır ve dünya piyasalarında rekabet gücü yüksek olan malları üretecek; ekonomi, siyasi, sosyal, toplumsal, hukuksal ve demokratik düzeni tesis edecek sistemi kurmaktır. Değilse toplumlar, kısa dönem yerine uzun dönem istikrarının sağlanmasına yönelik düşünce bazında hazır olmadıklarında ve popülist yaklaşımlara prim verildiğinde, ülkemizdeki gibi açılan reform paketleriyle ekonomi canlandırılamayacağı gibi, istikrarda beklenmemelidir. Üstelik reel ve finansal sektör krizlerine yakalanma ve hızla tüm dünyaya yayılma olasılığının gelişmişlerde dahil, hemen bir çok ülke için yüksek risk oluşturduğu bir dönemde.          

          Soru: Üretim faktörlerinin tam istihdamı potansiyel büyüme için yeterli olur mu? Neden?

          Sözün Gözü: Doğruyu herkes söyler ama doğru insan çok azdır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi