İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Güller mi düşüyor gözlerinden?

Güller mi düşüyor gözlerinden?

Duvarları kavlamış bir tren istasyonu. Kadim ve muhkem.

Şadırvan sessizliği var.

İnadına misler gibi yağıyor Nisan yağmuru.

Bir yanda toprak burcu burcu tüterken diğer yanda Kalahari çölü yeşillenir!

Gözlerimde bulutlar, gözlerimde Eylül. Gözlerimde hazan.

Aklımdasın. Aklında mıyım?

Alameti utanmak olan aşkta kaçmaktayım. Utanıyorum.

Katar kata trenler geçer.Binemem.

Basmadan entarin, başında yemeni, gözlerinde eleğimsağma.

Yanımdasın. Elin elimde. Başın omzumda.

Sözler insanın yüreğini boşaltamaz. Ancak sessizlik bu işi başarabilir.

Susuyorum ve susuyorsun.

 

Ağlıyor musun? Yoksa güller mi düşüyor gözlerinden?

 

Dalıyorum.

Atkestanesi ve yaşlı çınar ağaçları boy veriyor düşlerimde.

Salaş ve köhne, uzaktan terkedilmiş havası veren, tren istasyonun ucundaki

çay bahçesi.

Eski, aşınmış bir masa.

Hulisi Kentmen'in boduru, posbıyık yaşlıca bir kahveci.

Bahçede oturmaktayız.

Bakışlarınla içerideki resimleri gösteriyorsun bana.

Belgin Doruk, Ayhan Işık, Emel Sayın, Sadri Alışık.

Kirli sarı ve geçen zamanın soldurduğu resimler.

Kirli sarı raflar, bardaklar, tabaklar.

Çaylar tavşan kanı.

En uzağa gidelim diyorsun!

Elin soğuyor. Daha fazla sıkıyorum elini.

Posbıyık kahveci babacan bir merhametle gözlüyor bizi.

Gitmeliyim. Gidemiyorum.

 

Ağlıyor musun? Yoksa güller mi düşüyor gözlerinden?

 

 

Hayaller kuruyorum.

Arkasını koruluğa vermiş, eyvanlı küçümen bir ev.

Teneke saksılarda sardunyalar, fesleğenler.

Evin önü çayır çimen. Taşa atımında ufarak bir dere.

Birkaç tavuk.

Domates, marul, nane, maydanoz, salatalık. Bizim yetiştirdiğimiz.

Çiğ ve temiz dağ havası kokuyor her yer.

Derenin kenarları Kurosawa'nın filimlerindeki gibi menekşelerle bezeli.

Tren geliyor. Daha da soğuyor elin.

Ortalık karardıkça kuvvetlenen mavimtrak ışık içinde güzelliğin artıyor.

Yasemin gerdanlı ve zambak kokulu sevdiğimsin.

Konuş diyor sessizliği yırtmak istiyorsun.

İnatçı sessizlik fazlasıyla söylüyor herşeyi.

Hem çoğu kez konuşmak birbirimizi aldatmaya çalışmak olmuyor mu?

 

Ağlıyor musun? Yoksa güller mi düşüyor gözlerinden?

 

Bir tren gelse. Yaşlıca ve halden anlar bir makinist.

Bizi, koca usta Tolstoy'un son durağı olan istasyona götürür ve kıyar mı

nikahımızı?

''Karşımızda bir kalbin konuştuğunu gerçekten hisettiğimiz zaman kalbimizin

kapıları açılır ve söylenenleri içine alır.''

Ancak sen kalbinle değil dilinle konuşmaktasın!

Hem ben ne seni istediğim gibi sevecek kadar zengin, ne de senin istediğin

gibi sevecek kadar yoksulum.

Hayat soylu bir hüzündür, bilmiyorsun!

Her an yeni bir maskeyle çıkıyorsun sahneye.

Olumsuzluklardan ve ölümlerden bahsediyorsun durmadan. Neşesizsin.

Sen sevgimi saçak altında dinmesi beklenen yağmur saydın. Yağmura çıkmadın.

 

Ağlıyor musun? Yoksa güller mi düşüyor gözlerinden?

 

Yırtık ve sökük elbiselerim yokluk ve sefaletten değil, kalenderliktendir.

Hırkam Melami hırkasıdır.

Aşktan ve kudretten beslenirim.

Büyük ihtiraslardan ve büyük fikirlerden yana nasibim yoktur.

Tavırlarım beceriksiz ve başım öne eğiktir.

Muhacir hüznüdür hüznüm..

Sürüsünü kaybetmiş bir çoban gibi tepelerde yalnız dolaşanım.

Müstehzi kelimelerle hırpalanır, mazlum bir ahenkle yaşarım.

Ben aşk derim, sen saçmalama dersin!

 

Ağlıyor musun? Yoksa güller mi düşüyor gözlerinden?

 

Bu gelen trene binip gideceğim.

Fonda ''İşte gidiyorum çeşm-i siyahım'' çalsın isterdim.

Yüreğimde uçurum derinliğinde bir sızı ve birbirimize meçhul kalmış acılar

ve gözyaşı.

 

Çünkü bende her aşık kadar aşığım.

Ağlayacağım.

Gözlerin ıslak birer ışık damlası kadar güzel.

Gözlerine bakıyorum ve gözlerinin içinde daha derin bir şeyi görmeye

çalışıyorum.

Göremiyorum.

Ben yasaya, yasa gönlüme karşı geliyor.

Elimde ashab-ı kehf'ten kalma bir atlas.

Gidiyorum.

Elin sıyrılıyor elimden.

 

Bazı aşklar yalnız ayrılıkları için bile yaşanmaya değermiş demeliyim.

Diyemiyorum.

''Bu kadar alev için mumu yakmaya değmez'' diyor ve gidiyorum

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi