Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Gül Olur Mermiler

Gül Olur Mermiler

Yiğit dediğin adam, yüreğini emanet ettiği ellerin kokusunu alıp gitmiştir. Geriye dönmek bir ihtimaldir ve bu ihtimal ölümle pençeleşmiştir.

            Yiğit, çağrılacağı zamanı beklemez, zamanı gelmişse yola düşer. Adının hükmü yoktur, kafa kâğıdında yazılandan başka. Adını, künyesine kazıyan ustaya bakıp “ezelden beridir yiğit” yazdıracak kadar gözü kara, kararttığı gözünü cenk meydanında bırakacak kadar gözü pektir.

            Kalbini çıkarıp sevdasının işlemeli mendiline bırakıp gidecek adamlardan bahsediyoruz. Kalbini çıkarır dediysek, kalpsiz ve merhametsiz ve hissiz bir kalpten söz ediyor değiliz. Sevdi mi ölümüne seven ve Leyla’sı için çöllere düşmeyi göze alan adamın yiğitliğini arıyoruz biz.

            Kimin avuçlarına bırakmak istersin aşk ve mey dolu kalbini? Etrafında bunca insan ve bunca aday varken, neden bulduğunun “yiğidin” olmasını arzularsın? Sırtını döneceğin, arkana bakmasan da arkanın sağlamda olduğunu hissedeceğin kaç kişi kalmıştır şu fani dünyada? Emin olmak ister insan, sevdikleri emanette olsun ister.

Yiğit demişsen birine, emaneti yüklenebilecek birini buldun demektir. İnsan ne çok şeyi emanet eder dizlerinde mecali kalmayınca. Vatanı emanet edersin o yiğide. Kanıyla sulamadıkça “bu toprak vatanım olmamıştır” bilincinde yiğitlerin olmalı. Namahrem eli, değil dokunacak ilişme ihtimali olsa kutsalına, göğsünü siper edip, “dur!” diyecek evladın olmalı…

Bir adam, ölmenin adını görev, kalmanın adını “bir dahaki sefere” koymuşsa yiğit olur. “Daha kaç merminiz var göğsüme saplanıp kalacak ve arkama aldığım bunca emanete ulaşamayacak” azminde ve kararında sabit durandır yiğitliğe soyunan. Bazı ölümlerin bir tat ve necat olduğunu daha doğuşunda babasından duyan ve yokluğunu mukaddesatına hediye edenin muhabbetidir yiğidini arayan.

 Yiğit olur bir kadın, daha doyamamışken kokusuna erinin, çocuğunu kollarına veremeden ardından el sallayınca adamının. Gözyaşını içine akıtır, dokunur incecik, bir sızı sokulur gelir yüreğini bulur. Sızının gelip dayandığı yer, adamının emanetini sakladığı yer değil midir? Gönderirken ağladığını kimse görmez de olur da al kanlar içinde, elbisesi kefen yerinde, gelirse evinin önüne, ağıtlar yakar yiğidine.

Yiğit olur adam, mermiler uçuşurken hemen kulağının dibinde. Her bir merminin havada bıraktığı iz ve acımasız sesi hissiz… Geride bir vatan var, yurdu olmuş aziz bir milletin. Yurt edinmiş ve burası “son ocak” demiş. Geride bir millet var, “son kalesi” imanın ve altı şartın.  Bunlar varsa, gelsin hele mermiler, gelip duracağı yer işte sinesi yiğidin…

Yiğit olur adam, ben varsam sen de varsın diye haykırdığı zaman. Dönüp daha kim var diye şüpheye düşmeyen ve her şeyin kendinden başladığının sırrına eren… Esaretin bir bedeli varsa bu bedeli yiğit dediğin adam ödemez. Esaret dediğin yiğidin gözünde hürriyetine kavuşmanın ve bu yolda can vermenin bir imkânıdır. Bu imkân kaç kişinin eline geçer, bir sor kendine… O imkân, kendine nasip olandır yiğit…

“Ölüm” yiğidin gözünde yok olup gitmek değildir, beyhude bir vazgeçiş hiç değildir. Yiğidin gözünde ölüm, Peygamber’e komşuluğun girişidir. Mermilerin gül bahçesine dönmek isteyip de adres sorarken, “aramana gerek yok gel bende bul dilediğini” diyebilmek inancında olabilmektir. Yiğidin gözünde ölüm, şahadettir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi