Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Göçtük Bir Mahalleden

Göçtük Bir Mahalleden

İlk gençlik yıllarımdı mahallemizden göç edip ayrıldığımız zaman. Uzunca ve derin bir mazim yoktu, geride kaldı diye üzüleceğim şeyler de çok azdı bu sokakta. Oysa annem, gelin geldiği bu evi, bu sokağı kolay unutacağa benzemiyordu.  Çeyizleriyle süsleyip el emeğiyle yuva haline gelen evini, konu komşuyu, babamı beklediği pencere önünü ha deyince bırakacak değildi. Lakin doğduğun değil doyduğun yer demişti babam ve iki aylık kardeşim kucakta olduğu halde yüklemiştik göçü bir güz günü.

Hafiften yağmur çiseliyordu o gün. Annemle birlikte toplamıştık evi. Zaten üç beş masa sandalye, iki koliye sığacak mutfak eşyası, kilimlere sarılmış yer yatağı, minderler, kuzine soba, çantalara sığmış kişisel eşyalar… Yokluk varmış evimizde o yıllar şimdi farkına varıyorum, koca evin yükü sığdı bir römorka.

Konu komşu toplaşmıştı evin önünde, kollarını bağlayıp yağmurdan saklamak istercesine boyunları bükük kadınlar gözleriyle annemi takip ediyordu. Yokluk varmış da dostluk çokmuş, çokmuş ki giden komşuları arkasından ağlayıp dua edenler daha samimi imiş. Babamın yarenleri kalan üç beş parçayı yüklüyor, bir taraftan da “bayrama sendeyiz ha” diye takılıyorlardı. Koca koca adamların birbirlerine olan muhabbetine, hoşgörüsüne şimdi bile gıptayla bakıyorum.

Yük tamam olup da veda sözlerine geçmeden önce son bir kez evi gezmek istedi annem. Yapıştım eline ben de. İki oda bir mabeyin, küçük bir kiler, ince uzun bir mutfak. Odanın biri kör zaten, ışık almazdı, penceresi karşı evin duvarına açılırdı. Mutfak daracık lakin penceresi komşunun bahçesine bakardı, evin en güzel yeri belki de burasıydı. Severdi komşumuz çiçekleri, annem de severdi hem. El birlik rengarenk çiçeklerle donatırlardı bahçeyi ve her mevsimin bir çiçeği olurdu bahçede.

Annem önce oturma odasına girdi, odanın tam ortasında durup sessizce bir şeyler mırıldandı. Onu izlerken ben de baktım boş odaya. Köşede küçük bir kâğıt parçası ilişti gözüme, misafirliğe gelen çocuklarla isim-şehir-hayvan oynamışız. Annemin yaptığı çöreklerin kokusunu duydum sanki, ne severdik tüm sokağın çocuklarıyla. Neredeyse bitmiş bir kurşun kalem ezildi ayağımın altında, ellerim tutuna dek ucunu açıp kullanırdık. Babamın yanında okuduğum kitaplardan masallar takıldı aklıma.

Kardeşim olacakmış ancak üç beş gün kala öğrendim. Nasıl da saklamışlar benden, nasıl bir mahremiyet duygusu imiş. Tavana iki kanca asmıştı babam beşik için, duruyorlar yerlerinde sökülmemiş. Nasıl da güzel sevinmiştik kardeşim doğduğunda şimdi yeniden hissettim.

Misafir odasındaydı evin en güzel halısı, üzerinde sıra sıra minderler ve divan yastıkları. İmrenerek dinlerdim babamın arkadaşlarıyla sohbetini, çocuklar gibi oyunlar oynar, hikayeler anlatır, kitaplar okurlardı. Bu odada başlamıştım şiir yazmaya ve bu odada sorgulamıştım nasıl bir yer şu dünya.

İki oda arasında küçük bir hol, ne güzel sürülürdü oyuncak arabalar. Babamla kale kurar top oynardık doyasıya, annem söylenirdi babama “çocuk terliyor bak, hasta olacak” sonra gelir havlu koyardı sırtıma. İşte tam şurada düşmüştüm yüz üstü, şişmişti başım çarpınca betona.

Annemin elinde tüm odaları dolaşırken fark ettim, ne çok anı biriktirmişim. Şu küçücük evde ne kadar büyük hatıralar saklanmış meğer.  Ya annem, neler geçmiştir aklından kim bilir, neleri hatırlayıp hüzünlenmiştir. Bahçeye çıktık en son, güzdü nitekim, sonbahar kokuyordu, Kasımpatı doluydu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi