Gittin mi babam…
Demek sen de emanetini teslim ettin babam… Bu dünyadan alacağın nefes, 1437 yılının Berat gecesine kadarmış. Şimdi senin dediğin gibi bana kim “Paşam” diyecek?
Gittin mi babam? Ölmeye doğan her canlı gibi, ölümü tatmak üzere seni de aldı bu dünyadan ecel. “Takdir” diyecek kadar imanımız olmasa zihnimizin oynadığı oyunlara teslim olup isyan etmek içten bile değil. Ama baba, hep dediğin gibi “Rabbim bilir”
Sen gidince babam çok üzüldük inan. İçimin yanışını sen olsaydın sana anlatırdım yalnız. Dedem çok hüzünlendi babam. “Doksan yaşına geldim, anamı verdim toprağa, kardeşimi, dostumu, komşumu, babamı hatta eşimi kaybettim ama böyle acı görmedim, evlat acısı da sığdı ahir ömrüme” deyişini nasıl unutacağız bilmem.
Yağmuru sevmeyi senden öğrenmiştim ben, çakan şimşekten korkmamayı da. Terki diyar eylediğin gün de yağmur vardı babam, hem öyle yağıyordu ki… Yine sevdim, senin hatırın için yine yeniden sevdim yağmuru. Yağmur vardı, Şaban ayıydı, bir bahar sabahıydı. Bir ay boyunca hazırlayıp bizi ve kendini göçüp gittin öylece değil mi?
Arkanda bıraktığın çok şey var babam, hani aslanlar gibi üç erkek evlat. Aklının erdiği son ana kadar “kusura bakmayın yavrularım, cahildim, elimden gelen bu” deyip durdun ya. Ne kusuru babam, neyin kusuru, biz senden affını ve helalliğini dileriz ancak. Tek kelime kötü sözünü duymadık, duadan, nasihatten başka bir şey demedin. Elinden gelenin fazlasını bir tek gün dertlenmeden yapıp ettin. Bir memur maaşıyla “yok” diye bir lafı telaffuz etmeden iki hafız yetiştirdin. Sen bizi kusurumuzu affet babam!
Elimden tutup okula götürdüğün o ilk gün geldi aklıma. Elin ne kadar güven ve huzur doluymuş. Ne zaman dara düşsem, bir çıkmaza gark olsam, bir sıkıntı çökse içime elini hatırlardım baba. Sesin yeter, duanı duymak huzur verirdi. Elini öpmek, oturup iki kelam etmek her derde yeterdi. Ne çok tutmuşsun elimi ve ben ne çok özleyeceğim o eli. Bana da elini tutmak nasip oldu babam, kabul eder ve rabbimize niyaz edersen, son bir ay hastanede “hadi şöyle bir dolaşalım” deyip elini tutup kaldırdım yatağından, koluma girdin, üç beş adım, ne hazmış ve ne büyükmüş babam.
Sen gidince, büyük kardeşimin arkandan bakışını, küçük kardeşimin yüzündeki gözyaşını sabitledi zihnim. Takılıp kaldı öylece onların hali. Lakin annem… Bir başka dokundu be babam. Annemi hiç böyle görmedim, metindi, dirayetliydi ama bir anne böyle ağlar mıymış? Hep ağladı da hiç isyan etmedi ve çok dua etti arkandan babam.
Hani son günlerinden birinde çağırıp tüm evlatlar torunları helallik almıştın hepsinden ve en sona beni bırakmıştın. Çekip kendine iyice, kulağıma fısıldamıştın; dediklerin hep aklımda babam. Dediğin gibi, kabrin annenin yanında, Cuma cemaatine Yasin-i Şerif dağıtıldı, ikramlar yapıldı duada andık seni. Ama diğerleri çok zor be babam! Annemi bana emanet ettin, kardeşlerimi bana. Senin yaptığın gibi nasıl babalık yaparım onlara?
Doktor Muzaffer demişti ki “babanı, kabre koyup döndüğün zaman büyürsün.” Şimdi ben böyle büyümeyi hiç istemediğim ve hiç de hazır olmadığım halde “artık çocuk değilim” demeyi beceremiyorum işte.
Zormuş babam çok zor… Bayram sabahı geliyor aklıma, senin olmadığın bir bayram sabahı ve lal olup kalıyor dilim. Takdir diyerek Rabbimden seni hoş karşılamasını niyaz ediyorum babam. Paşan öksüz kaldı be babam…
TEŞEKKÜR
Babamın vefatı dolayısı ile arayıp soran, cenazeye katılan, taziye için ziyaretimize gelen, telefonla, mesajla, sosyal medya aracılığı ve diğer vasıtalarla baş sağılığı dileyen, defin sırasında yanımızda bulunan, acımızı paylaşan tüm sevenlerimize, eş ve dostlarımıza en kalbî hislerle teşekkür ederiz.