Gerginliğe Doymayanlar
Bu topraklarda hüzün, acı, gözyaşı, ıstırap eksik olmadı olmayacak da. En çetin savaşları da gördü en ağır felaketleri de. Yedi düvelin elinden bağımsızlığını dişiyle tırnağıyla söküp aldı ve bu kararlılığını müteaddit kereler ispat etti.
Diğer yandan aynı topraklar gelinlik kızların türküleri, zılgıtları, deyişleri, damatlık gençlerin halayları, horonları, zeybekleri ile dolup taştı. Âşıklar atıştı, ozanlar şiirler yaktı. Yörük obasında demlenen çayın kokusu, Karadeniz’in dalgalarıyla karıştı. Sünnetlik çocukların bağrışları, sesi yanıkların uzun havası, mevlithanların naatları, mehterin marşları gök kubbemizden ayrılmadı. Kadınlarımız bahçelerinde, pencerelerinde çiçek yetiştirmekten vazgeçmedi. Beş yaşındaki çocuğumuz Kitabı, bayrakla birlikte öpüp başına koymayı unutmadı. Sınandığımız her an omurgamızın sağlam ve dirençli duruşu kendini tekrar gösterdi. Velhasıl zor zamanlar geldiğinde bu millet inancından ve vicdanından aldığı ilhamla harekete geçiyor.
Bununla birlikte canımızı acıtan, yuh artık dedirten, bu kadar da olmaz dehşetine düşüren şeyler de yaşamıyor değiliz. Gerginlikten, korkudan, olumsuzluktan beslenen birileri var. Muhtemelen dün de olmuştur lakin bugün sesleri daha gür ve daha azılılar. En azından bana öyle geliyor diyeyim de gürültü kopmasın.
Bu birileri nedense her şeyin kötüye gitmesinden yana, böyle değillerse bile gergin ortamlardan nemalandıkları kesin. Israrla ve inatla hiçbir şeyin yolunda olmadığı ön kabulü ile sahneye bakıyorlar. Üretilecek her türlü çözüm önerilerine peşinen karşılar. Alternatif üretmeye vakit bile bulamıyorlar. Varsa yoksa kendi dediği kendi gördüğü… Modern çağın insana attığı en büyük kazıklardan biri bu olsa gerek; her ne olursa olsun sen kendine bak, kendi işini yürüt, kendine göre pozisyon al güzellemesi.
Yaşadığımız son deprem afetiyle birlikte kutuplaşmanın nerelere geldiğini görmüş olduk. “iyiciler” ve “kötücüler” gibi anlamsız ve sığ bir sınıflamaya varan uçlar, gerginliği sürekli taze ve canlı tutuyor. Medyadan spora, politikadan üniversiteye kadar geniş bir yelpazede kenara atılmayacak bir kesim sürekli “bu oldu şu olmadı” kesin yargısıyla o taraftan bu tarafa sallayıp duruyor.
Yumruğunu sıkıp gözlerini sonuna kadar belertip bakan adamlar ekranlarda, sokakta, köşe başlarında arzı endam ediyor. Hırsını çıkartmak isteyen öfke balonlarıyla dolu etrafımız ve bunlar için en iyi ortam gerginliğin arttığı olağandışı zamanlar.
Gerginliği sevenlerin en büyük sermayesi de “yalan”. Kimden, nereden geldiğine bakmadan, içeriğini tahlil ve teyit etmeden, kime ne kadar zararı dokunacak hesap etmeden “miş, mış” cümleleriyle söyleyip kenara geçiyorlar. Doğrusunu bulup çıkarıncaya kadar başka bir yalan sisteme girmiş oluyor zaten.
Gerildikçe zayıflayan ve çatırdayan bir yapının topluma faydası yok, olmayacak.