Fetih ruhu
Fetih, istila ve sömürü savaşlarından farklıdır. Fetih, sadece toprak kazanma uğruna yakıp yıkmak şehirleri ve beldeleri harabeye çevirmek değildir. İslam’da fetih aslında maddi bir anlam da taşımaz. Bu kelime öncelikle kalbi ve aklı İslam gerçeğine açmak demektir. Ayrıca İslam mesajının önündeki engelleri kaldırmak, insanın gönül dünyasında cephe açmayı ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamları hazırlamak anlamlarına gelir. Zira kılıcın, topun, tüfeğin vs. fetihlerdeki payı sadece vasıta olmaktan ibarettir.
Şanlı tarihimiz, kahraman ecdadımızın Orta Asya olarak bilinen ancak gerçekte Türkistan coğrafyası olan kutlu coğrafyadan Avrupa’nın içlerine, Afrika’nın derinliklerine kadar gerçekleştirmiş olduğu birbirinden kıymetli fetihlerle doludur. İki büyük kıtanın kesişme noktasında, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul’un fethi hepimiz için çok kıymetlidir. İstanbul, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildikten sonra 1923 yılına kadar 470 sene boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olmuştur. Osmanlı döneminde bilimin, kültürün ve sanatın merkezi haline gelen İstanbul; cami, sinagog ve kiliselerin yan yana yaşadığı muhteşem bir hoşgörüye kavuşmuştur.
Bu vesileyle İstanbul’un fethi denince öncelikle fetih ruhu akla gelir. Asıl fetih, gönüllerde gerçekleşen fetihtir ki, buna fetih rûhu diyoruz. Belki de günümüz insanının her şeyi madde çerçevesinde değerlendirip mana âleminde yaşadığı kuraklaşma ve çölleşmenin sebebi bu ruhu kaybetmesi, ve bu ruha duyulan ihtiyaçtır. Fetih ruhunda devrini aşmış bir ilim ve medeniyet hamlesiyle İstanbul’un vakıf medeniyeti ekseninde ilim ve irfan merkezi haline gelmesi vardır. Sabahın erken saatinde bir bakkala giderek bir şeyler almak isteyen müşterisine:–Ben siftah yaptım, siftah yapmayan komşumdan alın!” diyen ahilik ruhu vardır. Gayri Müslimlerin en kalabalık ve en ıssız yerlere kadar her tarafı dolaştıklarında Müslüman tebaanın yalnız iyilik ve ahlâkî üstünlük sergileyen hâllerini müşahede ettiklerinde kendilerini güvende hissetmeleri vardır.
Ezanlar okunduğunda esnafların dükkânlarını kilitlemeden camiye koşmaları, herkesin birbirine güven telkin etmesi ve hiç kimsenin bir başkasına haset etmediği, kıskançlık beslemediği bir cemiyet yaşantısı vardır. Fetih ruhunda efendiler efendisi Hz. Muhammed’in : "İstanbul ne güzel yerdir; onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır; onun ordusu ne güzel ordudur." Hadisi şerifinden sonra ulaşılacak menzil vardır.
Akşemseddin’in rahle i tedrisesinde fetih ruhuyla yetişen Fatih Sultan Mehmet Han, arkasında yine fetih ruhuyla yetişmiş bir nesil bıraktı. Kurduğu fetih medeniyetini, oğlu II. Bâyezid ile bambaşka zirvelere ulaştırdı. İslâm’ın Kuran sayfalarından damıtılıp gelen ince rûhu bu anlayışla sanata ve edebiyata aksetti. Fetih rûhu sayesinde Yavuz Sultan Selim Han, Çaldıran’da bir Arslan, Sînâ çölünde Peygamber izinde yürüyen âşık, bir velî, Mısır’da mütevazı bir nefer oldu. Büyük zaferlerle İstanbul’a girerken nefsinin şahlanmasından onu bu ruhtan alıkoymasından korkan içi titrek bir derviş yaptı. Bu ruh Kanunî Süleyman’ı dünyayı dize getiren Muhteşem Süleyman yaparken diğer yandan karıncayı incitmekten korkan merhamet abidesi muttaki yaptı. Öyle ki ağaçların karıncaların istilasına uğradığını görüp aklına ağaçları ilaçlayıp karıncalardan kurtarmak geldiğinde bunun vebalinin olup olmayacağını düşünerek hocası Ebussuud Efendi’ye edebi üslupla bir soru yazıp odasına bırakarak
Meyve ağaçlarını sarınca karınca / Günah var mı karıncayı kırınca?
Hocası Ebussuud Efendi ise şöyle cevap veriyordu:
Yarın Hakk’ın divanına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca. … Bütün bu incelikleri ortaya koyan aynı ruhtur. Bu vesileyle İstanbul’un kutlu fethini büyük bir coşkuyla kutlarken bu ruhu yeni nesillere aktarmak ve fethin mirasına sahip çıkmak hepimizin boynunun borcudur. İstanbul’u bize emanet eden o güzel komutana da o güzel orduya da binlerce selam olsun. Mekânları cennet dereceleri âli olsun. Selam ve dua ile…