Ey Vakıf Medeniyeti Neredesin?
İslam Bilimler Tarihi Hocası, Rahmetli Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca'nın çok muazzam bir sözü var: "İslam medeniyetinin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, batılılara anlatmaktan daha zor." Fuat Sezgin Hoca'nın bu ifadesini biraz tefsir edecek olursak "İslam medeniyetinin büyüklüğünü, içimizdeki kafasına, beynine, laiklik/kemalizm marka deli gömleği giydirilmiş kitlelere anlatmak, emin olun deveye hendek atlatmaktan çok çok daha zor."
İçerisinde yaşamış olduğumuz bu pandemi süreci bizi birtakım gerçeklerle çok daha acı bir biçimde yüzleştirdi. Fakat bu yüzleşmelerin en acısını, "Evde Kal!" çağrısına uyan günübirlik işlerde çalışan ya da asgari ücretle çalışan, ailesini geçindirmek zorunda kalan vatandaşlarımız yaşadı. Zira bu vatandaşlarımızın birçoğu kiralık evlerde oturuyorlar. Ay sonunu ancak getirip, kıt kanaat şartlarda yaşıyorlar. Tabii bir taraftan virüsün yayılmaması için "Evde Kal!" çağrısına uymak ile diğer tarafta evde kaldığı zaman işini kaybetme ya da zaten gündelik işlerde çalıştığından dolayı, gün kazanıp gün yediği için, evine ekmek getirememe durumuyla karşı karşıya kaldı.
Toplumda birtakım kimseler, özellikle kendini bu topraklara ait hissetmeyen, nankörlüğü hayat felsefesi haline getirmiş, nerde akşam orada sabah yaşayan, kendinden ve kendi sosyal ve siyasal çevresinden başka gözü hiçbir yeri ve kişiyi görmeyen ve kendisi düşünmeyip, beynini kiraya vermiş olan şahıslar; ısrarla sokağa çıkma yasağı ilan edilmesini istiyorlar, istemeye devam ediyorlar. Tabii bunların amacı, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Bu şekilde devleti, hükümeti zor durumda bırakmak, yıpratmak istiyorlar.
Evet, özellikle asgari ücret veya gündelik işlerde çalışarak hayatını kazanan vatandaşlarımızın, bu zorlu süreçte ekonomik alandaki zor durumdan kurtulması noktasında, sosyal yardım kuruluşlarımız devreye girmiş olsa bile karşılaştığımız tablo gösterdi ki; sosyal yardım dernekleri ve vakıfları sürece hazırlıksız yakalandılar. Bu kardeşlerimizin karşı karşıya kalmış olduğu sabit ödemeleri, kiraları, faturaları, iaşe ve ibatelerinin devam etmesi hususunda refleks davranış sergileyebilen dernek ve vakıflarımızın adedi bir elin parmağını bile geçmedi. Daha ziyade yurtdışındaki mağdur ve mazlum Müslümanlara yardım eden insani dayanışma vakıflarımız, bu yardımları aynî yardımlar şeklinde yada su kuyusu açtırmak ve benzeri sosyal içerikli yardımlar şeklinde götürdüğünden dolayı; sokağa çıkmayan, evde kalan hasta, engelli, yaşlı, dar gelirli vatandaşlarımızın yada gündelik işlerde çalışan, asgari ücretle çalışan vatandaşlarımızın ne tür ihtiyaçları olduğunu ve bu ihtiyaçların hangi kalemlerden, ne şekilde karşılanacağı konusunda bir refleks ve eylem planı üretmekte ciddi anlamda geç kaldılar.
Bazı ehl-i vicdan ev/mülk sahipleri, kiracılarından kira almayacağını deklare ederek, bazı âli cenap alacaklılar, karz-ı hasen örneği gösterip borçluların borcunu üç beş ay öteleyerek, bu süreçte psikolojik ve ekonomik bir dayanışma örneği sergilediler. Ahlâki davranışta bulunan vatandaşlarımızı tebrik ediyoruz.
Peki bu süreç bize neyi gösterdi? Bu ortaya çıkan tablo, tarihi bir gerçekle nasıl acı bir biçimde bizi yüz yüze bıraktı? Geçen yıl 5 Mart 2019 tarihinde yayınlanmış olan, "28 Şubat Bitti mi? Ya 3 Mart?" başlıklı yazımda 3 Mart 1924'te çıkarılan, 429 sayılı kanun ile Osmanlı Medeniyetini yıllarca yaşatmış vakıflar ve bu vakıfların yönetimini elinde tutan Evkaf Vekaleti ilga edilmişti. Osmanlı Medeniyetini yaşatan kalp mesabesindeki "Vakıf" kavramı susturulmuş ve durdurulmuştu. Osmanlı Medeniyetini tarif edecek olursak, çeşmeler, hanlar, hamamlar, camiler, şifahaneler, medreseler, mektepler, kervansaraylar, arastalar, bedestenler, vb... üzerine inşa edilmiş, bu kurumların etrafında dönen ciddi bir sosyal yapı, müstakil bir kültür vardı. Bu sosyal yapıların devamlılığını sağlayan maddi kaynak ve finansal akar, vakıflar üzerinden gerçekleştiriliyordu. Öyle ki mahalle çeşmelerinin isale ve tamiratlarının, hamamların, camilerin, şifahanelerin, kervansarayların, hanların, medreselerin, buralarda ki görevlilerin her türlü ihtiyacı bu vakıflar marifetiyle sağlanıyordu. Aynı şekilde sokaklar'ın temizliğinden, ışıklandırılmasına, göç edemeyen yaralı hayvanların tedavi edilmesine, şifahanelerin bütün masraflarının giderilmesine, şehit ailelerinin iaşe ve ibatesi, şehit çocuklarının eğitimine kadar; bugün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, Belediyelerin, Fak-Fuk-Fon'un yapmış olduğu görevlerin büyük bir çoğunluğu vakıflar aracılığıyla yerine getiriliyordu. Dolayısıyla sosyal devlet anlayışı yerine, merkezi ve güçlü devlet, "sosyal millet" anlayışı hakimdi.
İşte, 3 Mart 1924'te tarihinde "Şeriye ve Evkaf Vekaleti mülgadır" denilmek suretiyle, bu vekalete bağlı bütün vakıflar sahipsiz kaldı. Tarihçilerin ifadesi ile, bu vakıfların pek çoğu, haraç mezat dönemin idarecilerinin, idarecilerinin birinci sınıf yakınlarının ve onlara yağcılık yapan, Konya tabiri ile yalakalık yapan kimselerin özel mülkiyetine geçirilmiş oldu. Dolayısıyla toplumun kılcal damarlarını besleyen, toplum içerisindeki akışı sağlayan yapı, saf dışı, devre dışı bırakılmış oldu. Bununla beraber, toplumun dezavantajlı dediğimiz, yoksul, kimsesiz, yaşlı, yetim, bakıma muhtaç insanları himayesiz, sahipsiz kaldı. Çünkü Osmanlı'da Vakıf geleneği, Vakıf medeniyeti dediğimiz zaman, hem toplumdaki bütün sosyal hayatın merkezini oluşturan kurum ve kuruluşların devamlılığını sağlayan finansal akar garantörlüğü, hem de aynı zamanda toplumun dezavantajlı kesimlerinin hayatlarının idamesi için mali akar garantörlüğünü ifade ettiğini bilmemiz gerekiyor. Özellikle Ebussuud Efendi'nin fetvası ile beraber yaygınlaşan para vakıfları, bir taraftan karz-ı hasen anlayışının topluma yaygınlaşması demek olan, faizsiz kredi sağlayan kurumlar olarak, aynı zamanda da bu tür, (deprem, sel, yangın, veba, sıtma salgını, vb...) olağanüstü durumlarda devreye girerek toplumun dezavantajlı kesimlerini ve işini, aşını kaybeden insanların kriz dönemlerini atlatması sürecinde açıktan para yardımı eden kuruluşlar olduğunu ifade edebiliriz.
Günümüzde insanımıza evinize kapanın çağrısı, "Evde Kal!" çağrısı salgının, pandeminin engellenmesi veya zararlarının minimuma indirilmesi açısından önemlidir. Ancak evde kaldığı zaman, işini kaybeden/kaybedecek olan ya da düzenli geliri olmadığı için ailesine bakamayacak durumda olan vatandaşlarımızın bu kriz dönemini atlatabilmeleri noktasında, kriz sonuna kadar, kendilerine hiç bir kâr ve fazlalık gözetmeden Osmanlı Para Vakıflarında olduğu gibi karz-ı hasen yapacak kuruluşların veya yine karşılıksız önemli bir müddet para vererek bu kardeşlerimizin hayatlarını idame ettirecek kuruluşların eksikliği bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Bu millet yüzyıllar boyunca hem sosyal millet anlayışını en üst seviyede organize etmiş, hem de aynı zamanda kendisine sığınan, kendisinden eman dileyen Müslim, Gayr-i Müslim bütün milletlere yardım etmiş bir toplum yapısına sahipti. Bu pandemi de, 96 yıl önce neticelerinin nereye varacağı düşünülmeden, hesap edilmeden, -belki de düşünülüp, planlanıp, hesaplanarak- sadece geçmişten intikam alma adına ve İslam'ın bu topraklardaki varlığını bitirme adına alınmış olan böyle bir kararın, yanlışlığı bugün yüzümüze acı bir şekilde daha çarpılmış oldu.
Burada bu gerçeği tespit ettikten sonra yapmamız gereken, sadece kaybettiklerimize üzülmek değil. Çünkü üzülmek kaybettiklerimizi yerine koymaya yetmiyor. Artık yeni bir örgütlenmenin, yeni bir başlangıcın arifesinde olan milletimiz, artık toplumdaki dezavantajlı kesimlerin de, asgari müştereklerde iaşe ve ibatesini sağlıklı bir mali disiplin içinde devam ettirecek şekilde finanse edeceği yapıları inşa etmesi gerekiyor. O zaman en başa dönecek olursak; Osmanlı'daki Vakıf Medeniyetinin temelini atan anlayış ve inanış neydi? Peygamber Efendimiz (SAV)'in sadaka-i cariye hadisi idi. Müslüm; Vasiye, Tirmizi; Ahkâm, bölümlerinde yer alan Hadis-i Şerifte, Peygamber Efendimiz: "İnsan ölünce, üç ameli dışında, bütün amellerinin sevabı kesilir. Sadaka-i Cariye, kendisinden istifade edilen ilim, salih evlat." Sadaka-i Cariye'yi ecdadımız, tüm insanlığın faydasına olacak şekilde, bir malın menfaatinin topluma adanması şeklinde anlamıştır. İşte bu hadisi şerif doğrultusunda geliştirilen bu anlayış, bir medeniyet kurmuş ve bu medeniyet 1400 yıl boyunca yaşamış ve yaşatmıştır. Vakıf medeniyeti, İslam Tarihi içerisinde Zirve dönemini, Osmanlı'da yaşamıştır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi; kışın yiyecek bulamayan yabani hayvanların, göç edemeyen göçmen kuşların, hayatını devam ettirebilmeleri adına bile vakıflar kurulmuştur. Sokağa tükürülen tükürüklerin üzerini kapatan insanların maaşının verildiği vakıflardan tutunda, mezarlıkların bakımının yapıldığı, çalışamayan engelli, yaşlı, hasta insanların ihtiyaçlarının sağlandığı vakıflara kadar, toplumun bütün kılcal damarlarını besleyen vakıflar ortaya çıkmıştır ve yüzyıllar boyunca yaşatılmıştır.
Bugün, muhtaç olduğumuz kudret, dinimizde, kültürümüzde ve medeniyetimizde saklıdır. Yeter ki; yıkılışları kuruluş, yok oluşları kurtuluş diye anlama anlamsızlığından vazgeçelim.