Empati Yapalım mı?
Empati, diğer adıyla duygudaşlık: bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum veya davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek diyorlar ya; hadi bir empati yapalım. Kanada'nın Ontario eyaletine bağlı London kentinde bir saldırgan minibüsüyle kaldırımda yürüyen aileyi ezdi. Aynı aileden 4 kişi öldü, 9 yaşındaki çocuk ağır yaralandı. Aile Katolik Hristiyan ya da Yahudi, saldırgan da Müslüman olsaydı; atılan manşetler, verilen demeçler nasıl olurdu?
Müslüman terörist!, masum aileyi minibüsüyle ezdi. 4 kişiyi hunharca, canice öldürdü. 9 yaşındaki masum çocuk ağır yaralı... Aile Katolik olsaydı papa nezdinde, dünya üzerindeki bütün Katolik Kiliseler, Hristiyan devletler ayağa kalkarlar, anma yürüyüşleri, saygı duruşları, demeçler, günlerce devam ederdi. Aile Yahudi olsaydı, aynı şekilde dünya üzerindeki bütün küresel çaplı medya kuruluşları, antisemitizmden girer, Yahudi soykırımından çıkar, Filistin'deki Müslümanların da işgalci İsrail Yahudilerine benzerlerini yaptıklarına varıncaya kadar günlerce, haftalarca olayı köpürtürlerdi.
Fakat katliama maruz kalan aile Pakistan asıllı Müslüman bir aile, saldırgan da 20 yaşında Kanadalı bir Hristiyan olduğu için birkaç zayıf, cılız kınama mesajından öteye gitmedi. Kanada'lı yetkililer timsah gözyaşlarıyla olayı kınadıklarını ifade ettiler. Hiçbir basın kuruluşu "Hristiyan Terörizmi" diye başlık atmadı. Küresel medya, hadiseyi sanki vakayı adiyeden bir üçüncü sayfa haberiymiş gibi gördü, geçti. Bazıları görmedi bile.
Emperyalist/Siyonist Dünyada, "İslam/Müslüman Düşmanlığı" açık ve net bir şekilde dile getirilemediği için, "İslamofobi" kavramıyla ambalajlanarak, Müslümanları potansiyel suçlu, terörist olarak gören yaklaşımlar artan bir ivme ile devam ediyor. Geçen yıl sadece Fransa'da 235 saldırı gerçekleşmiş. İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı ne zaman gündemden ve gözden düşecek olsa, Müslüman kisvesi giyinmiş ajanlar tarafından tekrar gündeme getirilecek birkaç hadise vuku buluyor ve anında küresel medya papağanları ötmeye başlıyor ve tüm dünyada insanlığın bilinçaltına "Müslümanlar teröristtir!. İslam terör dinidir. Müslümanlar dünyanın başına beladır!" yargısını uyandıracak şekilde algı operasyonları devreye giriyor.
Kanada'da vuku bulan elim hadiseden birgün sonra İstanbul'da Nişantaşı'nda parkta arkadaşı ile beraber oturan başörtülü akademisyene İslam ve Müslüman düşmanı bir ateist ya da kripto anti-islamist tarafından bir saldırı gerçekleştiriliyor. "Burada ne işiniz var siz ve sizin gibileri istemiyoruz. Parkta oturmak istiyorsanız, Gaziosmanpaşa'ya gidin!" diyerek elindeki şişe ile ve yumruklarıyla başörtülü akademisyeni darbediyor. Terörist, nefret suçu işlediğini itiraf etmesine rağmen, savcılık tarafından önce serbest bırakılıyor, daha sonra yapılan itirazlar üzerine tekrar tutuklanıyor. Boynunda haç taşıyan ya da kafasında kipa'yla oturan bir kimseye, aynı şekilde başörtülü bir Müslüman kadın nefret söyleminde bulunarak saldırmış olsaydı medya ve kamuoyu aynı şekilde mi olayı görürdü? Yoksa yine "İslami terörizm, Müslümanların tahammülsüzlüğü" vb. manşetler, günlerce küresel medyada ve küresel medyanın piyonu ulusal medyada yer almaz mıydı?
Öyle bir dönemdeyiz ki; meşhur kurt-kuzu hikayesinden mülhem, Müslümanlara hem suyu bulandırdığı, hem de kurda saldırdığı iftirasında bulunuluyor. Kurdun, "suyumu bulandırıyorsun ve sen beni yemek istiyorsun!" şeklindeki beyanı doğru kabul edilip, kuzu vahşi, yırtıcı, saldırgan, başkasının yaşamına göz dikmiş bir cani olarak lanse ediliyor. Neden böyle? Çünkü Müslümanlar, 3 Mart 1924'te tarihinden bu tarafa başsız. Çünkü Müslümanların güçlü lobileri ve yanlış algılara dur diyebilecek, yalan algıları ters yüz edip işin hakikatini ortaya koyabilecek lobileri ve medya güçleri yok. Müslümanlar hâlâ birbirlerinin kuyusunu kazmakla oyalanıyorlar.
Bugün dünya üzerinde, ciddi anlamda, kültür ve medeniyet savaşları devam ediyor. Müslümanlara ateş edenler, sadece karşı cephedeki aleni olarak düşmanlığını ilan etmiş kimseler de değil. Aleni düşmanların içimizden satın aldığı, kalben, fikren, zihnen devşirdiği kripto dönmeler, devşirmeler de bizi arkadan vurmaya devam ediyor. Biz kendi içimizdeki yükselen lehteki sesleri, karşımızdakiler rahatsız olmasın diye susturmaya, baskılamaya çalıştıkça ya da içimizdeki karşı cephenin tezlerini seslendirenlere alkış tutup, prim verdikçe dünya üzerinde İslam ve Müslüman düşmanlığı artarak devam edecektir. Katliama maruz kalanlar, öldürülenler, soykırıma uğrayanlar Müslümanlar olduğu halde, Müslümanlar terörist ve katliamcı diye yaftalanmaya ve suçlanmaya devam edecektir.
Çözüm kendi değerlerimize sahip çıkıp, bizim adımıza sözünü yükseltenlerin sesini yükseltmekten geçiyor. Yoksa cılız feryatlarımız içimizdeki uyuyanları bile uyandırmaya yetmeyecektir.