Emir vermenin şehvetine kapılan idâreciler
Emir vermenin şehveti, bir koltuğa sahip olmaya itiyor insanları ve bu şehvet bitecek gibi de görünmüyor.
Bu koltuk sevdası öyle bir azdırıyor ki insanı, en kadim dostunuz bile size söz geçiremez oluyor.
Dün beraber çalıştığınız mesai arkadaşınız, bugün tebaanız olmuş. Ne güzel(!)
Bundan büyük bahtiyarlık mı olur? Dünkü arkadaşınıza bugün amir olarak emir vereceksiniz ve bu dayanılmaz şehvet sizi idareci(!) yapacak.
Mutlusunuz ve umutlusunuz.
Emriniz altındaki insanlara her türlü tavrı sergileme özgürlüğü, zihninizin vazgeçilmez doğrusu oluyor.
Bu doğrunuz sizi doğru bir insan yapmıyor ama emir verme şehveti, bunu görebilmenize de imkân bırakmıyor.
Gözünüzü kör ediyor, basiretinizi bağlıyor ve âdil olma yönünde sizde hiçbir hassasiyet kalmıyor.
Âdil olmayı avanaklık olarak görmeye başlıyorsunuz ve kapıldığınız şehvet sizi besleyen bir damar olarak zihin haritanızda yerini alıyor.
Birgün öğreneceksiniz o damarın sizi dumura uğrattığını ama iş işten geçmiş olacak.
Cisminiz kaybolduktan sonra isminizin de kaybolacağını, unutulacağını unutmuş durumdasınız ve bir tükenişin yolcususunuz.
“Gâyesi yarına kalmak olmalı insanın, bu günden bir şey almak değil” diyen İbrahim Tenekeci, nezâketinden dolayı bu günden bir şey almayı ‘çalmak’ olarak ifade etmemiştir.
Biz affınıza sığınarak nezâketsizlik yapalım ve diyelim ki: Bu günden bir şey alma niyetli insanlar hırsız insanlardır ve isimlerinin yarına kalma ihtimali yoktur.
Bu günden bir şey çalabilecek insanlar, ellerinde çalma kuvveti(!) olan yetki sahipleridir.
Menfaat düşkünü olanlar, milli serveti çalarlar; şehvet düşkünü olanlar, umutları çalarlar; emir vermenin şehvetine kapılanlar da, tebaasının devletine ve milletine olan aşkını, şevkini, gayretini ve inancını çalarlar.
Bu hırsızların hiçbiri birbirinden farklı değildir.
Yazımız özelinde, emir vermenin şehvetine kapılan idarecilerin çaldıklarından bahsedelim yerimiz elverdiğince.
Kamu, hiçbir idarecinin kendini tatmin mekânı değildir. İdareci için de, idare edilen için de eşsiz bir hizmet mekânıdır.
Bu eşsiz hizmet mekânını bir eziyet mekânına dönüştüren insanlar, adâletsiz idarecilerdir.
Kendisine verilen idarecilik görevini emir vermenin şehvet seline salan insanlar, tebaasının en güzel hasletlerini hiç düşünmeden çalan hırsızlardır.
Tebaasının devlet ve millet aşkını, ümidini, gâyesini, gayretini ve şevkini çalan bu hırsızların açtıkları yaraları onarmak son derece güçtür.
Emir vermekten haz duyan idareciler iskânı önceler ve irfanı mekândan kovarlar. İskân her kişinin harcı, irfan er kişinin harcı dersek; bu harca çimento olacak en güzel anlayış, gönül alma ve gönle yük olmadan iş yaptırabilmedir.
Emir vermenin şehvetine kapılarak bunu gerçekleştirmeye imkân yoktur.
Yazdık, yine yazalım:
İdarecinin öfkesinde bile merhamet kokmalıdır, gülüşünde korku değil.
Öfkesinde bile merhamet kokan bir idarecinin yetkisini şehvet seline salmasına, hele her türlü emir verme yetkisini kendinde bulmasına ihtimal yoktur. Bu insanlar hırsız da olamazlar.
Milletimiz; sahip olduğu makamı kirli bir menfaat tasına çevirmeyen, gönül almanın kıymetinden haberdar olan ve emir vermeyi kendine zûl gören insanlarla kıymetine kıymet katacaktır.
Rahmet Mevsimi
Mevsim gülünü gördü, gözlediği köşeden.
Şimdi mevsim dört köşe, içindeki neşeden.
O kutlu mevsim ki, nice rahmetlere gebe,
Rabbim sen bu mevsimden bizi nasibdâr eyle!
Âmin.
Rahmet mevsimi Ramazan, bolluğu ve bereketiyle cemiyetimize huzur olsun İnşaallah.
Duânızı eksik etmeyin efendim.