Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Ellerim Üşüyor

Ellerim Üşüyor

Uğultulu bir yağmur sesiyle uyandı adam. Pencereye vuran damlalar bir kavganın son demlerini haber veriyordu anlaşılan. Zemheriden kalma bir soğuk üşüşmüştü kentin üstüne. Odanın içi mi hâlâ karanlıktı, adamın mı içi kararmıştı bunu bilmeye gerek bile yoktu. Adam, teneke sobaya gece yarısı üç beş tahta parçası atmış, alevlerin tavanda oynaşmalarını izleyerek dalmıştı. Zihninden bedenine kadar sokulan yorgunluğu sobada yakıp kül etmeyi bir türlü başaramamıştı.

Teneke soba çoktan sönmüş, sabahın serinliği tüm odayı işgal etmişti. Saat aynı vaziyette yakalanmıştı adamın gözlerine; akrep altıyı, yelkovan on ikiyi gösteriyordu. Düz, sıradan, basit bir hayat çizgisi gibi… Ayaklarının sızısı artık onu yatakta tutmazdı zaten, doğruldu ve pencerenin kenarından dışarı baktı. Puslu bir hava, ince ince yağan bir yağmur ve ara ara yön değiştiren canhıraş bir rüzgâr…

Gecekondudan dönme bir oda bir mutfak, duvarlarda beyazla karışmış hâkî bir renk, solmuş ve sararmış perdeler, bir şilte ve büyükçe bir masa. Duvarın biri derme çatma raflarda kitaplarla dolu, masanın üzerinde uçları açılmış ve belli bir sıraya konmuş kurşun kalemler… Adamın içi kadar karanlık ama adamın içi kadar düzenli, tertipli; her şey olması gereken yerde, fazladan tek bir eşya yok, bu burada neden duruyor diyeceğin bir fazlalık yok.

Adam kalkar kalkmaz başladı iç sesiyle konuşmaya tekrar, bir karşıya geçiyor bir kendi oluyor. Kurduğu cümleler daha karşıda yer bulamadan tekrar kendine dönüyor. Soruyu soran da kendisi cevabı olmayan da. Konuşmalarını öylece bırakıp kalkıyor ayağa. Elleri üşüyor ilk önce, sobanın üzerinde her daim bekleyen ana yadigarı bakır cezveyi alıyor avuçlarına, sıcak değil belki ama hâlâ ılık, ellerine iyi geliyor. Neden üşüyor bu kadar elleri?

Yalnızlığına bu sabah da bir anlam bulamayacaktı gerçi çoktan vazgeçmişti bir anlam arayışından. Annesini genç yaşta kaybetmiş babası ile bir yol çizememişti. Evliliği rast gitmemiş, kızı çoktan silmişti defterden. Hepsini ne çok sevmişti oysa ne çok vazgeçmişti onlar için kaleminden, hikayesinden. Seccadesinde oturup kehribar tespihle dertleşti yine. Kâh sabır çekti kâh La havle…

Bu günlük ev ile mesai bu kadardı, gece barınmasına yetmişti daha ne isterdi ev dediğin şeyden. Masada akşamdan yazdığı yarım bir öykü, bitirdiği kitabın açık son sayfası ve bir derkenar notu; bir mezar taşı kalacak senden geriye ey insanoğlu. Yarım kalan öyküsünü ve kalemini cebine koyup çıktı sokağa, eğer yayınevi kabul ederse bir ön ödeme alabilir belki de.

Sisli ve puslu bir sokak karşıladı onu. Paltosunun yakasını kaldırıp, zayıf bedenini daha küçülttü üşüyen ellerini cebine sokup yürüdü. Şehir henüz uyanıyor sabahına gecenin, yollar, kaldırımlar ıslak, şehrin yansıması düşüyor sulara, görünmeyen yüzünü saklarcasına.

Müdavimi olduğu kahvenin önüne geliyor, zihni yine iç sesiyle çetin bir mevzu üzerinde ve elleri hâlâ üşüyor. Çay ocağına girmeden simitçi çocuğu arıyor gözleri, her sabah hep aynı yerde hep aynı sesiyle. Görse bağırırdı zaten “Beyim simidin hazır gel hele” Sağa sola bakıyor göremiyor, içinde garip bir boşluk, beli belirsiz bir hüzün. Adını da sormadım hiç, o da beni merak etmedi ama uzun vakittir alışılmış bir aşinalık. Hastadır belki deyip girdi içeri.

Köşedeki masaya geçti her zamanki gibi. Bir açık çay söyledi, masaya çıkardı kâğıdı kalemi yarım kalan öyküyü tamam edecekti. Elleri üşüyordu, kalemi tutmaya gücü bile yoktu. Camdan dışarı bakıp ellerini çay bardağıyla ısıtmayı denedi. Simitçi çocuk göründü köşeden koşup gitti yanına bir sevdiğine kavuşmuş gibi. Yan yana durdular bir müddet beklediler öyle ses etmeden, iki kelam söylemeden. Adamın elleri ceplerinde, çocuğun gözleri sabitlenmiş yerde.

Adam havayı dağıtmak için belki muhabbeti açmak konuşmaya vesile bulmak için “Ellerim” dedi “Ellerim çok üşüyor.” Çocuk adama baktı, elinden eldivenleri çıkardı, adama uzattı “Al sen giy, benim kalbim üşüyor” dedi ve hızla uzaklaştı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi