ELEKTRİK KESİNTİSİNDEN NE ÖĞRENDİK?
Malum, geçtiğimiz Salı günü yurdun çok büyük bir kısmında elektrik kesintileri yaşandı. Uzun yıllardır, bu çap ve etkide bir olayla ilk kez karşılaştık. Hayatımızın genelde enerjiye, özelde ise elektriğe ne kadar bağlı ve bağımlı olduğunu da anlamış olduk. Kısacası, epeyce öğrendik.
Olaydan, toplum olarak bir takım dersler çıkarmamızın önünde herhangi bir engel yok diye düşünüyorum. Herkes kendi konumunda ve durumunda ne öğrendiğini muhasebe etmelidir. Benim aldığın dersle Başbakanın, Bakanın, valinin, belediye başkanının, bürokrasinin, sanayicinin, medyanın, bakkalın öğrenmesi gereken şeyler farklı.
Kesintinin gerçek sebebini bilmemekle birlikte, ‘tesadüfi’ olmadığına inanıyorum. Aslında tesadüflere hiç inanmam. ‘Tevafuk’ tamam.
Bu olayda, zannımca, kasıt var. Birileri, bir şekilde böyle olması için bilinçli bir çalışma içine girdiler. Niçin böyle düşünüyorum?
Son günlerde televizyonlarda, reklam kuşağında dikkatlerimize sunulan Akkuyu Nükleer Santrali tanıtıcı filmini izlemeye başlayalı beri konuya ilgim biraz daha artmıştı. Önemine binaen, enerji konusunu, amatör biçimde, takip etmeye çalışıyorum. Ayrıca çocuklarımdan biri, biraz da benim yönlendirmemle, Enerji Sistemleri Mühendisliği eğitimi alıyor. İlgim ondan.
Uzunca süre önce nükleer santral ihalesi yapıldığını, Akkuyu’nun Ruslar, Sinop’un Japonlar tarafından inşa edileceğini biliyorduk. Hatta nükleer enerji konusunda eğitim almak üzere Rusya’ya çok sayıda mühendis adayının gönderildiğinden de haberdardık. Tanıtıcı filmden, inşaatın geldiği aşamayı üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyoruz. Ciddi bir mesafe alındığını görebiliyoruz. Bu birilerini rahatsız ediyor.
Bölgemizdeki gelişmeler, ilgili ülkelerin şartları ve ülkemizin içinden geçmekte olduğu süreci dikkate aldığımızda ‘sabotaj’ konusunda ‘makul şüphe’nin bulunduğunu rahatça ifade edebiliriz.
Sıralayalım: Akkuyu’yu inşa etmekte olan, ülkemize bilgi ve teknoloji aktarma konusunda sağlam bir irade ortaya koyan, son dönemlerde Türkiye’ye yakınlaşan, İran’la bugünlerde yürütülmekte olan Nükleer Müzakerelerde aktif rol alan Rusya son bir yıldır Batılı güç odakları ile kavgalı. Ukrayna olaylarından sonra durum iyice kötüleşti. ‘Sakıncalı’ hale geldi. Her vesile ile terbiye edilmeye çalışılıyor. Ambargo, tehdit, şantajlarla sıkıştırılıyor.
Nükleer güç olmak için çabalayan İran’ın önü Siyonistler ve aveneleri tarafından kesilmek isteniyor. Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya’nın katılımlarıyla Lozan’da yürütülmekte olan görüşmeler bugün tamamlanma noktasına geldi.
Pakistan ve İran’ın yanında yeni bir Nükleer Müslüman ülke istenmiyor, anlayacağınız.
Ayrıca, seçimi içeriden ve dışarıdan etkilemeye çalışan, sandıkta alamayacağı neticeyi ‘sabotajlarla’ elde etmeye çalışanlar yok değil. ‘Paraleli’ arkasında durarak, kışkırtanlardan yeni manevralar her zaman beklenmelidir.
Çıkarabileceğimiz en büyük ders, enerjinin hayatımıza etkilerini yeniden keşfetmek oldu. Hayat neredeyse durdu: Üretim yapamaz, iletişim sağlayamaz hale geldik.
Ulaştığım diğer sonuçları şu şekilde özetleyebilirim:
Bir; ‘Türkiye’nin ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerin safına katılmış’ olduğunu gördük. Yıllardır şunu söylerim: Gelişmiş ekonomiler iki temel üzerinde yükselirler; ucuz ve güvenli enerji ve istikrarlı para. Enerji sürekli, düzenli ve güvenli bir şekilde sunulmakla kalmamalı, ucuz da olmalı. Paranın istikrarı da bozulmamalı. Bu iki kıstasın bizim açımızdan da geçerli olduğunu gördük.
İki; Türkiye ‘enerjiye aç’ bir ülke. Sürekli olarak yeni santraller yapılıyor, enerji arzının artırılmasına dönük projeler uygulamaya konuluyor ama hala eksikler var. Bu iyiye işaret. Üretimin, istihdamın, ekonomik hareketliliğin olduğunu gösterir. Enerji hassasiyetimizi test ettik; konuya daha stratejik bir bakış açısıyla yaklaşmamız gerektiğini keşfettik.
Üç; enerji bürokrasimizi ve yönetimimizi gözden geçirme vaktinin geldiğini gördük. Kamuoyunda Enerji bürokratlarının ilk elden ve sağlıklı bilgiyi Bakan’a ulaştıramadıkları kanaati ortaya çıktı. Önümüzdeki seçim bu açıdan büyük bir fırsat sunuyor. Yeni Anayasa, Başkanlık sistemi, Yeni Türkiye, 2013 Vizyonu gibi söylem ve tartışmalar buna zemin sağlıyor.
Dört; içinden geçmekte olduğumuz hassas dönemde seçimi provoke etmek isteyenlerin olabileceğini biliyorduk; tecrübe de etmiş olduk. Ne yazık ki birileri, bel altı vurarak, seçim sonuçlarını kendi lehlerine çevirmeye çalışıyorlar. Kamuoyunu ajite edici mesajlar vermekten geri durmuyorlar. Seçmen bu konuda bilinçlendirilmeli. Ama Hükümet bu noktada biraz ‘yavaş’ kalıyor.
Beş; nükleerden ve alternatif enerjiden başka çaremiz yok. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmalı, bir taraftan sayısı az, kapasitesi yüksek kamu tesislerine yönelirken, diğer taraftan tüm toplumu ‘enerji üretir’ hale getirmeliyiz. Herkes, mümkünse, tüketeceği enerjiyi kendisi üretebilmelidir.
Birilerinin iddialarının aksine, nükleer en güvenli, en az riskli, en ucuz enerji kaynağı. Bize telkin veren, nükleerden uzak tutmaya çalışan Avrupa’nın toplam enerji üretiminin yarısı nükleer kaynaklardan elde ediliyor. Biz de bu kaynağa daha fazla yönelmeliyiz.
Altı; toplum olarak enerji israfını önlemeye yoğunlaşmalı, enerjiyi verimli kullanmanın yollarını aramalıyız. Bireyler ve hane halklarının yanında buna kamu kurum ve kuruluşları da dâhil. Abartılı aydınlatmalara, tüketimi lüzumsuz biçimde artırıcı uygulamalara yer ve izin verilmemelidir.
Yedi; enerji yatırımlarına kaynak ayırabilecek girişimcilerimiz de ihtiyacı uygulamalı olarak tespit ettiler. Yatırımcıların yeni ve temiz enerji kaynaklarına yönelmesi gerektiğini gördüler.
Konya bu açılardan en avantajlı şehirlerin başında geliyor.
Ulusal enerji politikalarının yanında, Konya olarak, bizim de bir enerji politikamız ve ona uygun stratejimiz olmalı.
Var mı?