Ekonomik Politikalar..
Doların gidişatı ile Türkiye ekonomik anlamda zor günler yaşamaya başladı.. Yaşanan gelişmeler ekonomik krizin habercisi mi, bizzat ekonomik kriz mi yoksa ekonomik buhran mı? Açıkçası bu kişiden kişiye değişiyor sanırım. Çünkü yaşanan gelişmeler şimdilik herkeste aynı şekilde vuku bulmuyor..
Bildiğim bir şey var.. Her saat değer kaybeden bir para birimimiz varken her şeyi “dış mihraklara” bağlamak veya yokmuş gibi davranmak ne kadar yanlışsa “oh olsun, beter olun” demek de bir o kadar yanlış.. Mevcut durumu aşmanın en temel yolu, ortada ki sorunun varlığını kabul etmektir. “Ortada bir durum var ve bunun çözüm yolunu aramalıyız” demek bile çok zor geliyor. Ortada hiçbir sorun yok gibi yapanlar ile “oh olsuncular” birbirlerini yerken, yediğimiz yumurtanın fiyatı bile aldı başını gidiyor..
Bu savaş ne zaman başladı?
Hatırlarsınız bundan kısa bir süre önce Yunanistan ekonomisi batmak üzereydi.. Kredi derecelendirme kuruluşları Yunanistan’ın notunu sabit tutarak en az hasarla kurtulmalarını sağladı.. Türk lirası ve ekonomisi, Yunanistan ekonomisinden çok daha iyi olduğu halde aynı kuruluşlar Türkiye’nin notunu kırdı. Bu da yabancı yatırımcının Türkiye’den gitmesi anlamına geliyor. Yabancı yatırımcı Türkiye’ye güveniyor fakat 3 derecelendirme kuruluşundan 2’si yatırım yapılabilir notu vermiyor. Bir nevi; “paranı al ve bu ülkeden git” diyor. Yatırımcı inisiyatif kullanıp kalamıyor, gitmek zorunda kalıyor. Haliyle dolarda ülkeden çıkmış oluyor. Not kırıldıkça dolar artıyor. Böylelikle doların tırmanışı başlıyor. Hülasa kelam, bu savaş not indirimiyle zaten başlamıştı..
Nerede hata yaptık..
Ülke ekonomisi inşaat ve finans sektörü üzerine kurulu.. Bu sebeple ülkeye yabancı para sokmamızın imkânı yok. Dikilen binalar yabancılara satılamaz, satılsa da ülke ekonomisini şahlandıracak kadar satılamaz. Biz en büyük hatayı ihracat üzerine ekonomiyi benimseyip, geliştirmeyerek yaptık. Güçlü bir ihracat sistemi kurmamız hayati önemdeydi, yapmadık. Çünkü üretmedik. Vatandaşa yeterli güveni sağlayarak piyasanın kendi kendine dengesini bulmasını sağlayabilirdik, yapamadık. Gelinen noktada yapılacak tek şey sıkı bir disiplin ile üretim ekonomisine geçmek olacaktır.
Kemer sıkma politikası..
Bu durum karşısında vatandaş olarak bizlere neler düşüyor hepimizin kafası karışmış durumda. Türkiye’de hayat her zaman çok pahalıydı, halk her zaman yoksulluk içinde yaşadı. İşçiyi bir kenara bırak, kasabın önünden geçemeyen memurlar vardı bu ülkede.. Oysa şimdi yeni nesil tavuğa ikinci sınıf yiyecek olarak bakıyor. Buna rağmen eskiden herkes daha kolay mutlu oluyordu ve mutluydu da..
Fakat şimdi önceliklerimiz değişti. Elde ettiklerimizin değerini bilmeden hırsla daha fazlasını isteyerek bir sarmalın içine girdik. Ne pahalı telefonlarımızın, ne lüks otomobillerimizin kıymetini bildik hep daha iyisinin peşinden koştuk. Şuanda bizi mutsuz eden ise alamayacak olmamız değil, daha iyisini alamayacak olmamız.. Zaten artık alınanlar ihtiyaç olmaktan çıkıp sınıf atlama psikolojisi ile alınırken almayalım, ne kaybederiz ki? Farkında değiliz ama birileri bize karamsarlık pompalıyor.
Tasarruf politikası..
Vatandaş üzerine düşeni yapmaya çalışırken devlet erkanları da kendine çeki düzen verecek.. Çok uçuk tasarruf önlemlerine bile girmeye gerek kalmadan atacakları adımlar ile ciddi anlamda farkı hem kendileri hem halk hissedecektir. Makam araçları.. Her kriz zamanında en çok konuşulan konulardan birisi olur. Sadece o araçların parası değil, benzin gideri, araçların şoförleri derken ülke ekonomisine ciddi yükü vardır. Ülkede neredeyse her üst düzey memura makam aracı tahsis edildiği yetmezmiş gibi araçların markaları da beğenilmiyor.. El insaf.. Yine üst düzey yönetici, temsilci ve bürokratların telefon giderlerinde kısıtlamaya gidilmeli. Yoksa devletin malı deniz, yemeyen keriz zihniyetinden kurtulamayacağız.. Bir tanesi bin küsur lira olan implantı, asgari ücretli halk nasıl cebinden ödüyorsa, milletvekilleri pekala ödeyebilir, bu tarz ayrıcalıklara son verilmeli.. Tören, temsil gibi giderler tamamen kaldırılmalı.. Eğitim, sempozyum vs gibi etkinlikler online formata dönüştürülerek, bir sürü insanın otel, yeme içme gibi masraflarından tasarruf edilmeli.. Bunlar düşünüldüğü ilk an akla gelenler oturup kafa patlatılsa neler çıkar neler..
Son olarak..
Tüm bunların yanında üretim olmadığı takdirde kısa vadeli çözümler olarak kalacaktır. Üretim olmadan gelişim olmaz, gelişim olmayan ülke ekonomisi ise batmaya mahkûmdur.
Bu koşullar altında sevinebileceğimiz tek şey tüketim çılgınlığına ket vurulması, birbirimizle baş başa kalmamız, biz yine bir yolunu bulur yaşarız.
Bakalım Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler..