DOĞRUSUYLA İMTİHAN OLANLAR
Doğrularımızın kesin karar ve yanılmaz olduğu inancıyla yanıp kavruluyoruz. Yalanlar pazara çıkmış ve müşteri de bulmaya başlamıştır. Bunca yalan gelip oturunca aramıza “doğru” meclisimizden el çekiyor.
Müslümanlar arasında oluşan uzaklık ve derinlik grubumuzun, cemaatimizin, örgütümüzün, şeyhimizin, partimizin nitekim kendimizin doğrularının keskin çizgilerle çizilmiş sınırlara itilmesinden kaynaklanıyor. “Benim doğrum senin yanlışın” hesabıyla gündelik telaşın akıntısına kapılmışız nedense.
Yalanın bu kadar güçlü ve tesirli olması elbet günümüze dair bir durum değil lakin kendi çağımızdan sorumlu olarak bizler yalanın ve yalancının dibimize kadar sokulduğunu görmekle mükellefiz. Doğruyu bulup söylemek kadar yalanı görüp ifşa etmek ve yalanı engellemek de mesuliyetlerimiz arasında olmalıdır.
Gündelik ilişkilerimizden aile arasındaki iletişime, ticari hayatımızdan sohbet meclislerimize kadar bir dizi doğru olup doğru kalabilmenin farziyeti üzerine bir inanç inşa etmek zorundayız. Hal böyleyken ütmek, harcamak, kandırmak gibi yalanın farklı tezahürleri sıradan ve normal işler haline gelebilmiş durumda. Bundan değil midir banka ve bankacılık sisteminin inançlarımıza uymadığını söylüyor haldeyken tüm paramızın kontrolünü bankalara bırakmış durumdayız?
Yalanla imtihanımız çetin ve meşakkatli olacaktı ve oluyor da zaten. Allah’tan korkmak ve doğru sözlü olmak arasındaki sıkı bağ bizzat Rabbimiz tarafından Kitabında belirtiliyor. Doğru sözlü olmak her zaman yemişini veren bir ağaca benzetiliyor Kur’an’da.
Yalanın fenalığından şüphe etmiyoruz da “Bana göre” diye başlayan cümlelerimizin aslında karşımızdakine “yanlışsın” demenin bir başka yolu olduğunu biliyoruz. Doğruların savaşına nasıl kapıldık biz işte bu ağır bir soru değil midir?
Neden kendi doğrularımız kendimize ait oldu da “bizim” doğrularımız çekildi aramızdan? Bunun en bariz örneğini dinin yaşanması ve anlaşılmasında görüyoruz belki de. Kendimizi ait hissettiğimiz cemaat, grup, parti, meclis, sohbet halkası ne varsa, orada konuşulanlar ve söylenenler doğru diğerleri başka bir şey. En hafifi ile “o da doğru ama bizim ki şimdinin doğrusu, daha doğrusu” düzeyinde…
Ben doğruyum, sen de doğrusun ama senin doğrun doğru olsa bile benimkiyle kıyas götürmez. Ben doğruysam seninkine inanmak gerekmez algısı oluşmuş değil midir? Şimdi Kur’an’ın cihat ayetlerini alıp karşımıza çıkan ve kendine tabi olmayan ne kadar Müslüman varsa muhtemel düşman olarak gören zihniyeti nasıl izah edecek ve nasıl “doğru”ya çağıracağız?
Doğruların derecesini herkes kendi anlayışı ve kabullenişiyle belirliyor. Dışımızdakinin doğru olabileceğine ya da her iki durumunda “doğru” dairesi içinde var olabileceğini kabul etmiyor, edemiyoruz.
Teslimiyetimizin kitabımıza, peygamberimize kâmilen inanmakla kıymet kazanacağına dair bilgimizin doğru olduğunu bari unutmamak lazım vesselam…