Dindar Bir Nesil Yetiştirmede Eğitimcilerin Sorumluluğu
Bir milletin ayakta kalmasını sağlayan omurga, eğitilmiş insan gücüdür. Özellikle bir neslin gençliği, o toplumun dinamiğidir. Bu dinamik unsurun maddi ve manevi donanımlı olması, hayati bir öneme haizdir. Çılgın, zinâkâr, hayatı umursamayan, gayesiz, geleceğe ait tasarımları olmayan, ufuksuz, üretmeyen hep tüketen bir genç nesil, toplumun sırtında bir kamburdur. Zamanında çaresine bakmadığı, gençliği başıboş bıraktığı için de toplum, bu kamburun altında ezilmeye mahkûmdur.
Şu halde eğitim, “Mikro planda gençte şahsiyeti inşa faaliyeti, makro planda da yarınki cemiyeti kurma eylemidir.” (İbrahim Canan, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye, s.44). Bu eylemin ifasını ehil ellere verdiğiniz zaman, şahsiyetli fertler ve bu şahsiyetli fertlerin bir araya gelmesinden de sağlıklı toplumlar meydana gelir. Bu işi, ideoloji dalkavukları üstlenirse içi boşaltılmış, hayatı, göbeği ile dizkapağı arasına sıkıştıran acûbe fertler ve ruhen boş bu fertlerden de her an patlamaya hazır, sinirleri gerilmiş gayr-ı sıhhî nesiller meydana gelir.
“İnsan, içinde yaşadığı toplumun ürünüdür” dense yanlış söylenmiş olmaz. Rasûlüllah (s.a.v) de “İnsan, (İslam) fıtratı üzere doğar. Sonra o, anası-babası Hristiyansa, Hristiyan; Yahudi ise, Yahudi; Mecusî ise, Mecusî olur” (Buhârî,Cenâiz,92;Ebû Dâvut,Sünne,17;Tirmizî, Kader,5) buyurmakla, insanı çepe çevre kuşatan sosyal dokunun, insan üzerinde pozitif ve negatif etkisinin olduğuna dikkatimizi çekiyor. Ağırlıklı olarak İslam’ı öğretmeyi hedefleyen bir eğitim kurumunun hayata geçirildiği coğrafyanın sosyal dokusu ve kültürel yapısı çok önemlidir. Programlar hazırlanırken toplumbilimcilerin ve psikologların tespitleri göz önünde bulundurulmalıdır.
İçinde bulunduğumuz dünyada, bütün şer odakları, -her çeşidi ve şekliyle- İslâmî hareketler üzerine üşüşmüş ve bu hareketleri yok etmek için âdetâ birbirleriyle yarışmaktadırlar. İslam’ı ve Müslümanları karalamak için gerçekleri tersyüz etmek ve olmadık iftiralar atmak suretiyle rollerini iyi oynamaktadırlar.
Rasulüllah (s.a.v.), şu hadislerinde, bulunduğumuz durumu en iyi bir şekilde yansıtmaktadır: "İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki, yalancılar doğrulanıp, doğrular yalanlanacak. Hâinlere güvenilip, güvenilir kimseler ihânetle suçlanacak. İşte o zamanda Ruveybida konuşacak." "Ruveybida nedir? diye sorulduğunda, genelin işi hakkında konuşan, değersiz adam" buyurdu. (İbni Mace 4036, Sahih-i Câmiu’s-Sâğîr, 3544; Albânî Sahiha 1887).
İşte bizler Ruveybida’ların/değersizlerin egemen olduğu, sözleri ile gerçekleri çarpıtıp kitleleri maniple ettikleri böyle bir zamandayız. Beklenen dindar nesil bu gerçekleri bilerek meydana inmelidir. Bu nesil bilmelidir ki, özü ve sözü doğru olan; Hakk’a dâvet eden ve dâvetinin karşılığında dünya hayatıyla ilgili hiçbir karşılık istemeyen Allah yolunun dâvetçileri yalanlanmaktadır. Buna karşılık halkın malını çalan, ahlâkî değer yargılarını yok eden, halkın İslâmî kimliğini silerek, onları kimliksiz ve şahsiyetsiz bir duruma getirmeyi amaçlayan bozguncular da doğrulanmakta ve tasdik edilmektedir. İşte "beklenen dindar nesil" bu ahval ve şerâitte görev yapacağının bilincinde olmalıdır.
Bu durumda, yetiştirmeye karar verdiğimiz insanımızın, beslendiği kültür ortamının iyi tespit edilmesi gerekir. “İnsanlara, akılları seviyesinde konuşun” altın sözü, “insanımızın” beslendiği kültür seviyesinde bir anlama ve kavrama kapasitesinin olduğuna vurgu yapmaktadır. Öyleyse farklı sosyo-kültürel ve ekonomik yapıya sahip çevrelerden oluşan coğrafyalarda, duruma uygun programlar geliştirilecektir. Bu da “Eğitimde her zaman ve her mekan için uygulanabilir, değişmez şablon program olmaz” demektir. Değişen ve gelişen çevre ve ülke şartlarında “değişmez program,” “değişim” kavramının özüyle çelişir. Bu programların “nasıllığı” ve “niceliği” konusunu, eğitim sunacağımız yöre şartlarına göre işin uzmanlarına havale ettikten sonra, dinimizi, öğrenmek isteyenlere sunarken nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunda bazı ilkeler dile getirmek istiyorum.
İslam, getirdiği dinamik hukukî yapısıyla çağlar üstü bir seyir takip ederek her çağa damgasını vuran bir dindir. İslam, aynı zamanda değişmeyen sabitleri ve değişen dinamikleri ile hayatı tümüyle kucaklayan bir dindir. Yani İslam’ın değişmeyenleri olduğu gibi değişime açık yönleri de vardır. Hukukun bazı alanlarında değişiklik, gerek aklen gerekse dînen zarûrî gözükmektedir.
Sözlerden ziyade eylemlerin değer ifade ettiği bir dünyada insanlar, sözü ile eylemi örtüşen modellerin peşinden giderler. Bundan dolayı da iyi örnek/model olmanın önemi, izahtan vârestedir. “Dindar” bir gençlik yetiştirmeyi hayatının merkezine koyan eğitimciler, her şeyden önce örnek davranışlar sergileyerek, okulunda, sivil toplum kuruluşlarında, mahallesinde, evinde ve kısaca toplumun her kesiminde model olmalıdır. Söylemi ile eylemi örtüşmelidir. “Başkasına verir talkını, kendisi yutar salkımı” garabetine düşmemelidir.
Müslümanlar arasında “tahammül” sorunu vardır. Birbirlerinin farklı görüşlerine tahammül edememekte ve düşmanca tavırlar sergilemektedirler. “Dindar nesil” yetiştirme heyecanı ile dopdolu olan eğitimcilerimiz, eğitim süreçlerinin hemen her diliminde mutlaka “İslam kardeşliği” vurgusu yapmalıdırlar. Kendi içinde barışık ve tahammullü olmayan Müslümanlar, dünyaya nizam veremezler. “Müslümanlar olarak dinde kardeş, diğer insanlarla da insanlıkta eşiz” bilincine ulaşamazlar.
Kendisine eğitilmek için teslim edilen nesli “dindar” olarak yetiştirmeyi amaçlayan fen bilimleri alanında hizmet veren öğretmenlerimiz de, her fizikî, kimyevî ve biyolojik kuralın gerisindeki hâkim gücün Allah olduğu gerçeğini mutlaka genç zihinlere aşılamalıdır. Çünkü onların icra ettiği meslek, kâinat kitabının kurallarını tespit ve talimdir. Bu yönüyle onlar da “Tabiat kanunları” denilen, aslında “Kâinat Kitabı”nın İlahi yasaları olan kuralları öğrencilerine aktarmak suretiyle imanlarına katkıda bulunmuş olmaktadırlar. Kur’an kitabının doğru anlaşılması kadar, kâinat kitabının da doğru okunup, doğru anlaşılması hayati bir öneme haizdir. Bu, bilimle Kur’an’ın çelişmediği, çünkü her ikisinin kuralını koyanın da Yüce Allah olduğu sonucuna götürür. Böylece neslimizi materyalizm hastalığından kurtararak dış dünyaya “Allah’ın gör” dediği yerden bakmayı öğretmiş oluruz. İşte o zaman eğitimci; “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün bir biri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için gerçekten açık ibretli deliller vardır” (3Âl-i İmran:190) ayetinin öngördüğü tefekkür sahibi insan modelini yetiştirmiş olacaktır.
İşte bugünkü eğitimimizin başta gelen problemlerinden biri, belki de birincisi, eğittiğimiz insanımıza, kâinata “Allah’ın gör” dediği yerden bakmasını sağlayamamaktır. Bunun çaresi de, olaylara Kur’an ölçeğinde çözüm arayan, hem de kâinat kitabını doğru okuyup doğru anlayan maddi-manevi donanımlı nesil yetiştirmektir. Bu da sadece ilahiyat eğitimi almış eğitimcilerin işi değildir. Kâinat kitabını doğru okuyup doğru anlamış olan fen ve diğer ilimleri tahsil etmiş eğitimcilerimizin de katkısı gerekmektedir.
Kısaca, yetiştireceğimiz nesil mutlaka “Dindar” olmalıdır ama kesinlikle “DİNİ DAR” olmamalıdır.