Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Çıkmaz sokağa mı girdin?

Çıkmaz sokağa mı girdin?

Çok değil daha birkaç gün önce liseli yaşlarda olduğunu düşündüğüm iki genç, büyük bir alışveriş merkezi önünde sohbet ediyorlardı. Kendi ifadelerine göre “takılıyorlardı” arkadaşları bunları satmış, başka bir grupla kafa kafaya verip, bunları yolda koymuşlardı. Ne anlama geldiğini bilmediğim hatta telaffuz etmekte zorlanacağım kavramları ha bire kullanıyor arada telefonlarını kontrol edip birbirlerine bir şeyler gösteriyor, yumruklarıyla “çak” yapıyorlardı.

“Atar yapmış” panpalardan biri, diğeri kasmış olayları. “Neyin kafasını yaşıyor bunlar” diye soruverdi kısa boylu olan, diğeri onuncu kez “aynen” dedi. Kızıyorlar mı yoksa boş mu veriyorlardı anlayamadım doğrusu. Lakin dil dediğimiz o mevcudatın ve yekûnun onlarla aramda bir uçurum kadar derin olduğunu hissetmedim değil.

Kelimeleri, cümleleri tam anlamasam da diğerine göre daha baskın olduğunu düşündüğüm çocuk dertliydi biraz. Öteki ısrarla arkadaşına “kanka, takma kafana, akşam gider alırız ifadesini” diyordu. Arada “RT yapmak, favlamak, dovn olmak” gibi kelimeler geçiyordu. Eskiler siyak ve sibakından anlamak derdi. Bu yolla mevzuyu çözmeye çalışıyor diğer yandan böyle kulak misafiri olmanın şık ve etik olmadığını hatırlayarak dikkatimi başka yöne çevirmeye çabalıyordum.

“Onlar da ben de Türkçe konuşuyoruz lakin onları neden anlayamıyorum” sualini not edip “Türkçenin içinde başka bir dil oluşmuş sanki” yargısını zamana bırakıyorum. Bununla birlikte beni bu yazıya sevk eden, düşündüren, tedirgin eden asıl nokta gençlerin sohbeti arasında kullandığı ifade idi. Laf dönüp hayatın zorluğuna, çekilen sıkıntılara, yarınlar kaygısına geldi. Daha on beşinde olmalı dediğim gençlerden biri “kanka, çıkmaz sokağa girdim, yalnıza bağladım iyice” diyerek derin bir of çekti. Diğeri çekilen ofla kalmadı ağzını bozarak “al benden de aynen” dedi. “Bir anlamı yok yaşamanın, büyümenin” diyerek ekledi. Sonra hep birlikte yaşama, ölüme kahrederek, annelerine babalarına kızarak, okul hayatını bir kalemde silerek, boşluktan, yokluktan, anlamsızlıktan şikâyet ettiler.

Sahi, bu gençleri çıkmaz sokağa düşüren, ağır depresyona sokan, çaresiz hissettiren nedir? Daha ilk gençlik yıllarında böyle olumsuz, böyle dertlenerek bakmalarına sebep olan şey nerededir? Mutlu olmak, huzurlu olmak, varlığının kıymetini anlamak, ölümü ve yaşamı anlamlandırmak gibi ulvi ve derinlikli bakmayı neden beceremediler?

Gençlere sunduğumuz hayat şartları bu kadar mı eksik ve hatalı idi? Tümden bir genelleme yapmak istemiyorum ama her şeyden ve herkesten bizar olmak, yakınmak, yetinememek şu dinlediğim gençler birçok insanın aynası durumunda.

Elbette mevzunun toplumsal, psikolojik, ekonomik yönleri vardır. Teknolojinin hayatımıza soktuğu şeyler gittikçe yalnızlaşan, doyumsuz ve hep mutsuz bir toplum inşa etmeye başladı. Gençlerin kaygılarını, korkularını, çıkmazlarını sağlıklı bir şekilde çözmek tüm toplumun sorumluluğu olmalı. Elbette akıl ve bilim, tıp ve psikoloji, aile ve siyaset topyekûn omuzlanmalı yükü. Diğer yandan birey olarak çocuklarımızın girdiği çıkmaz sokakların aslında çıkacağını, elbet bir kapı bulunduğunu anlatmak gerek. Metafizik derinlik, manevi bütünlük, sabrın ve şükrün lüzumu gibi “inanç” ilke ve prensipleriyle anlatabileceğimiz dini hassasiyet ilk ve en mühim dayanağımız olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi