Boşluk bırakarak ölüyor anneler
Adı Sabri’ydi. Kurtuluş Parkı’nda tanımıştım. Sarhoş ama ayyaş değildi. Annesi yeni ölmüştü. Mamak tarafında bir gecekonduda oturuyordu. İnişli çıkışlı bir hayatı olmuştu. Çok ama çok hikâyeler anlattı. Ayık olsaydı anlatır mıydı, emin değilim.
Annesini çok özlemişti. Bende özlemiştim. Özlem demek, anne demekti. İçimden, yoksa daha çok özlenmek için mi ölüyor anneler diyordum. İçimize özlem dolu kocaman bir boşluk bırakarak ölüyor anneler.
Sabri abi bir ara usul usul ağlamaya başladı. Bana şimdi kim serseri diyecek diyor ve içini çekiyordu. Sonra sağ elinin avucunu bana doğru uzattı. Avucunda taze bir yara vardı ki avucunu tam da açamıyordu. Sonra anlattı; Yine böyle içkili olduğu bir gün, geçten geç eve gitmiş annesini onu bekliyor bulmuştu. Annesi üzgün, kendisi mahcup ve gergindi. Sonra nasıl olmuşsa annesine sesini yükseltmiş ve o bana uzatmış olduğu sağ eliyle annesini ittirmiş, odasına çekilip yatmıştı.
Günlerce yüzüne bakamamıştı. Aradan üç yıl kadar geçmiş ve annesi kısa bir hastalık döneminden sonra da vefat etmişti. Tek başına kalmıştı. Artık ne bekleyeni ne de “Sıcak bir tas çorba iç, koca serseri” diyeni vardı. Annesinin namazda taktığı beyaz tülbendi öpüp duruyordu.
Yüreğinin ta derinliklerinde tarifsiz, dermansız bir eziklik vardı. Bir gece sobayı zor bela yakmıştı. Şimdi annem olsaydı oda daha sıcak olurdu diye sayıklıyordu. Üç yıl önceki, o annesini ittirmiş olduğunu hatırlamış ve içinde bir yerin yandığını hissetmişti. Hiç düşünmeden, elini sobaya uzatmış, kor olmuş bir ağaç parçasını sağ avucuna alıp bayılana kadar sıkmıştı.
Avucundaki yara annesiydi. Avuçlarımızda yara, gönlümüzde bin bir çiçek olanın adı anne oluyordu.
x x x
Doksanlı yıllar. Adapazarı, Sakarya Caddesi üzerinde, küçücük bir tuhafiye dükkânım var. Dükkânımın önü havuz, elli metre sağ tarafımda Salko Camisi. Allah selamet versin, Mehmet Ersöz hocam, -yüzü ve dili güzel bir adam- ikindi sonrası, Endüstri Meslek Lisesi öğrencilerinden on kadarıyla caminin üst katında usulcacık sohbet ediyor.
Bir gün ben de ikindi namazımı kıldım ve halkaya yanaşıp sohbete dâhil oldum, dinledim. Güzel insan şunları söylemişti: Bir şey yaparken, istişare edin ama bağıra bağıra, duyura duyura iş yapmayın, bu görmemişlerin ve basit insanların işidir. Bir tavuk, ufacık bir yumurtayı yaparken sokağı ayağa kaldırırken, bir inek yavrusunu doğururken yan odadan sesini zor duyarsınız. Ellerini, yanındaki iki delikanlının omuzlarına atıp gülümseyerek, tavuk olmayalım demiş, o gençleri bilmem ama bana bir küpe hediye etmişti.
x x x
Gönül şifresi, “seni seviyorum” olan insanın diğer bütün şifreleri geçersizdir.