BİTİRİLMEYEN KÜRESEL STRES
Dünya ve Türkiye olarak bir yılın daha sonunu getirip, yenisine başladık. Her zamanki gibi herkese özellikle de ülkeleri yöneten siyasetçilere yeni yıldan beklentileri sorulduğunda, dünyada sevgi, barış, kardeşlik, sağlık, mutluluk, huzurun hakim olması ve savaşların sona ermesine yönelik klişe açıklamalarla yine, yeni bir yıla girdik. Hepimizin bildiği gibi buna benzer ifadeler, açıklamalar ve temennilerle dolu nice yıllar gelip geçmesine rağmen maalesef, her yıl bir önceki yılı aratır oldu. Dünya, mutlak olarak ABD ve batı ülkelerinin eninde sonunda lehine olması şartıyla çıkartılan; Irak-İran Savaşı, Rusya-Afganistan Savaşı, Irak-Kuveyt Savaşı, Avrupa’nın seyirci kaldığı Bosna Srebrenitsa Katliamı, Arap Baharı, Orta ve Güney Amerika ile Afrika ülkelerindeki etnik çatışmalar, Suriye Krizi, Orta Doğu merkezli sürekli kaşınarak kangren haline getirilen manipülasyonlarla, kısır bir döngü etrafında döndürülmeye devam etmektedir. İngiltere’nin senaryosunu yazıp diğer batı ülkelerinin uygulamaya koyduğu, XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti üzerine oynanmaya başlanan ve sonraki zamanlarda, özellikle emtia bakımından (petrol, doğal gaz, demir, altın, gümüş, platin, alüminyum, bakır, brent, kahve, şeker, kakao, mısır, pamuk) zengin, ancak geri veya gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarına adeta çökmek için ortaya attıkları tabansız ve dayanaktan yoksun sebeplerle, diğer ülkeleri iktisadi, siyasi ve sosyal açıdan geri bırakma amaçlı politikalarında en ufak bir değişiklik yoktur. Aksine hele Trump’ın ABD başkanı seçildikten sonra, kişisel agresif ve bıçkın yapısını dünya üzerine etkiler doğuracak ekonomik, siyasi ve sosyal olaylarda da sürdürme yönündeki çabaları, dünya barışının sağlanmasını, daha gerilere ötelemiştir. ABD’nin, Kuzey Irak ve Suriye’deki terör örgütlerinin faaliyetlerinin sonlandırılması için çalışmalar yapması bir yana, bir terör örgütünü bahane ederek bir başka terör örgütünü para ve silahla desteklemesi ve bunu bizzat açıkça yapmasının, dünya barışının sağlanması, insan hakları ile uluslararası savaş hukuku açılarından desteklenecek, en ufak bir tutar tarafı bulunmamaktadır. Bir de “düğün değil bayram değil eniştem beni niye öptü” hesabı, adeta Müslümanların hassasiyet derecesini test eder nitelikte, tüm ilahi dinlerin ortak noktası kabul edilen Kudüs’ün, israilin başkenti olarak ilan edilmesi kararını ve üstelik vandalist bir yaklaşımla tüm dünyayı, yaptığı dolar yardımları üzerinden tehdit ederek Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul ettirmeye çalışması, sözün bittiği yerdir.
Batılı ülkelerin çıkarlarını elde etmek için bu derece gözünün döndüğü bir dönemde, petrol zengini ancak teknolojik gelişme özürlü Orta Doğu bölgesine coğrafi olarak yakın konumda bulunan ve ekonomik, siyasi, sosyal, demokrasi ve Osmanlı’dan devraldığımız derin devlet kültürü bakımından nispeten çok daha ileri düzeydeki Türkiye’nin, ders çıkarması ve şimdiden önlem alması gereken bir çok noktayı, dışsal ve içsel faktörler olarak sıralayalım. Dışsal faktörler olarak; ABD, Almanya, İngiltere gibi gelişmiş batı ülkelerine hiç bir zaman güvenilmemesi, hangi ülke olursa olsun üzerinde yaşadığımız coğrafyanın bize sağladığı kilit rolün (boğazlar aracılığıyla Asya Avrupa arasındaki bağlantının teminindeki) en güçlü şekilde kullanılması, Türki cumhuriyetler başta olmak üzere yüz yıllardan beri sömürülen Afrika ve Amerika kıtasındaki ülkelerle sürekli, kalıcı ve istikrarlı bir ekonomik bağlantının kurularak sabit yatırımların gerçekleştirilmesinin gerekliliği şeklinde sayılabilir. İçsel unsurlar olarak ise; iç, kısır, sığ siyasi ve kişisel ego kavgalarını bir kenara bırakıp Türkiye’nin geleceğini kurtarma odaklı çalışma yarışına girilmesi, eğitim öncelikli olmak üzere kısa, orta ve uzun dönemli Türkiye’nin tamamını kapsayan, bir kişinin bile ötekileştirilmediği bir master planın devreye sokulması olmazsa olmaz şarttır. FED, ECB, TCMB bankaların kararları, FITCH, S&P, Moody’s gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının ve WB, IMF gibi küresel ölçekli kurumların kararları ve olası sonuçları ile, batılı ülkelerin istedikleri ne ise ona ulaşıncaya kadar her türlü atraksiyonu (basın, medya, silah, şantaj, tehdit vb. gibi) yapmaktan geri adım atmayacakları da artık açıkça anlaşıldığına göre, Türkiye olarak tek vücut olmak zorundayız. Bu ise, tek düze düşünce ve yaşam biçimi anlamında değil şüphesiz. Türkiye üzerinde ihanet odaklı, art niyetli, örtülü bir ajanda olmaması koşuluyla her türlü farklı düşünce ve görüşler, ülkemizin gelişmesine katkı yapacaktır. Aksi takdirde bugün olmazsa yarın, batılı ülkelerin güdümüne göre şekillendirilen dünya politiğinde, iç gelecek hesapları ve çıkar kavgaları yüzünden, çerez muamelesi görmekten öteye bir değerimiz olmayacaktır.
Soru: Keynezyen yaklaşımda tanrının görünen eli fiyat sistemi midir? Neden?
Sözün Gözü: Ne yaptığını bil, niye yaptığını da.