BİRBİRİMİZİ SUÇLARKEN ÖLÇÜMÜZ NEDİR?
Birbirimizi aktüel içerikli, kısmen de kişiliği hedef alıcı suçlamalarımızda söylemek istediğimiz ‘’ben senden daha iyiyim’’ açılımının örtülü şeklidir. Evet, birey, zihni bir yoklamayla bunu hemen fark eder ama yine de suçladığı kişinin iyiliği için yaptığı konusunda direnir. Neden? Çünkü bencilliğin toplumsal karşılığı yoktur; ayıplanabilir de onun için. Bu psikolojimizin, kullandığımız ölçüyle kıymetli bir dönüşüm geçirebileceğini inkar etmiyoruz.
Bir Marksistin karşı tarafı suçlamalarda kullanacağı tez, tarihi inkarla başlayacağı ve geçmiş insanlığın aptalca yaşadığı varsayımına rağmen, genel çerçeve içinde bazı doğruları olsa da, bizim açımızdan bir değer taşımıyor. İnsanın alt yapısını sadece anatomik varoluşla çözeceği ütopik yanılgıdan çıkardığı fiziksel sebep-sonuç ilişkisi dışına çıkaramamış durağanlıkla; psijik olayları inkar ederek kazandığı yanıltıcı huzurun verdiği zihni konforuna teslimiyetteki samimiyetsizliğe inanmamızı istemiyordur umarız.
Kapitalist birinin sadece karşı tarafı sömürmek için tasarladığı sinsi plan nedeniyle Marksist düşünceden farkı olmadığına vurgu yapmamız, metot bakımından farklı olduğunu kabul etmemize engel değildir. Ancak kullandıkları değerler itibariyle Amerikan sağcılığıyla Çin veya Rus solculuğu arasında bir ayrım gözetmiyoruz.
Bizim giriş paragrafında vurgulamak istediğimiz, Müslüman kimliği taşıyan insanların birbirlerini suçlamak için kullandıkları normun ne olduğudur.
Arkadaşımızı, meslektaşımızı, komşumuzu suçlarken hangi ölçüleri kullanıyoruz biz ona bakıyoruz. Kullanılan ölçü siyasi içerik taşıyorsa (ki şimdilerde genelleme yapmak elbette doğru değil ama çoğunluğumuzun ölçüsü maalesef siyasi merkezlidir)senin siyasi tercihine de, karşı tarafın negatif göndermeler yapacağını bilmemiz tartışmanın karakterinde mevcuttur.
Yani ahlakı (özelde dini) referans almadığı sürece suçlamaların, ağır tartışmaya dönüştüğüne dair yeterli tecrübemiz vardır. İki tarafın ileri sürdüğü argümanlarda haklı taraflarının bulunması ‘’haklı da olsanız tartışmayı bırakmadıkça iman kemale ermez’’ buyuran Peygamberimizi (S.A.V.)doğrulamaktan öte bir anlam taşımaz.
Bu kutsal uyarı, tartışmanın konusuyla ilgili bir sınırlama yapmadığına göre, tartışma: gizli bir fikir zorlamasıdır; zorlama ise, nefsi despotik bir hüviyete sokar yorumuna da açıktır. Despot yürek katılıktır. Müslümansa katı yürekli olamaz sonucunu da çıkarabiliriz.
İnanmış bir insanın bir başka inanmış insana, Kur’an ve Sünnet ölçeğinde yapmış olduğu uyarıyı suçlama olarak değil; tam tersine uyarıyı alanın, sevildiğine işaret vardır şeklinde okuyoruz. Dikkat edilmesi gerekense, uyarı yapanın uyarı konusunda ki bilginin sağlamlığı ve kullandığı üslubun nezahetidir.
‘’Müslüman Türklerde ecnebileri en çok hayrette bırakan cihet, yalnız birinin söz söylemesi ve sözü bitirinceye kadar dinlenilmesi; her birinin diğerlerinin fikrini müdafaa etmesi; söylenen sözler içinde fenalıktan, koğuculuktan, iftiradan ve edebe mugayyir mefhumlardan hiçbir eser bulunmaması ve yaşlılara hürmet edilmesidir.’’ diyen Fransız gezgin A.Brayer (19.yy) ile yine Fransız general Comte de Bonneval tarafından ‘’Türkler arasında haksızlık, tekelcilik, hırsızlık gibi suçlar adeta yok gibidir. Vaatlerine dindarane bir sadakat göstermelerine insan hayran kalır’’ şeklinde karakterize edilen bu milletten, sapık LGBTİ gibi lanetli bir topluma, siyaset, ticaret ve basın yoluyla destek veren edepsizleri nasıl ürettik; bunu tartışmamız gerekirken kardeşimizin ufak tefek kusurlarını araştırmakla enerji tüketiyoruz. Yazık. Selamlar.