Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Biraz Yavaşla Dünya!

Biraz Yavaşla Dünya!

Bu ne hız, bu ne acele, böyle ateş alıp gitmek de ne? Hangi hayat demini aldı da senden, bir an önce kurtulmak istiyorsun sahibinden? Sade kahvemizin sade sohbetini edemeden bizi ayaklandırmanın anlamı ne?

            -Çok hızlı yaşıyoruz hayatı Paşam! Zaman kazanıyoruz zaman…

            -Peki, neden bu hızla giderken penceremden akıp giden hayatı göremiyorum Beyim?

            Çok çabuk tükeniyor zaman, yetmiyor ve elimizden akıp gidiyor. Biz mi yetişemiyoruz hayatın hızına, hayat mı kapılıp geliyor peşimizden? Bu kadar hızlıyız ve yine gecikiyoruz her buluşmamıza. Vakit kazanmak için üretiliyor bunca teknolojik alet ve her aletle biraz daha yeniliyor, daralıyor vakit.

            Tek bir davetle, onlarca arkadaş buluyoruz. Hızlı, çabucak ve daha dostluğumuzun kıvamına erdiğini göremeden, şöyle ağız tadıyla kavga bile edemeden bitiyor arkadaşlıklar. İki insan arasındaki yaşanabilecek ne kadar his varsa bir çırpıda yaşanıp tükeniyor. Vefa gösteremeden, özleyemeden, kavuşunca gözyaşı dökemeden mağlup oluyoruz dünyanın hızına.

Tadına varamadan, ekmeğimizi suyuna banamadan kalkıp gidiyoruz sofradan. Yemeklerimiz bile ne kadar hızlı, adı bile öyle konmuş ve şehirlerin en hızlı caddelerinde yer tutmuş bu “ fastfood”  denen ayaküstü yemek furyası. Soğanın kokusunu sofrada duymadan, ekmeğin ucunu koparmadan, acısını, baharatını, tuzunu, ekşisini kendimizce ayarlamadan nasıl tadına varacağız çorbanın? Eskiler lokmayı kırk kez çevir demişler ağzında, şimdilerde kırk lokmada bitiyor koca yemek zamanı.

Araçlarımız hızlandıkça gideceğimiz yer çoğalıyor, gideceğimiz yer çoğaldıkça, dönmeye vakit kalmıyor. Dönsek de muhabbet edecek birileri çoktan gitmiş oluyor. İşlerimizi bitirmek için kilometrelerce yolu saatler içinde alıyoruz ve her gittiğimiz yerden bir an önce çıkmak istiyoruz. Çünkü çok yoğunuz.

Harcamak için çok kazanmak gerekiyor, kazanmak ise harcayınca anlam kazanıyor. Harcamak için vakit bulmak lazım, oysa kazanmak için de çok zaman lazım. Kazanmaya vakit bulduğumuzda harcamak için daha kısa zamanlar kalıyor ve hızla harcamak zorunda kalıyoruz.

“Programlı yaşa” diyor yaşam koçları, mutluluğun anahtarı zamanı iyi kullanmaktan geçer diyor uzmanlar, “zaman yönetimi” diyerek seminer veriyor psikologlar. Sonra gelip zamanın yetmediğine dayanıyor hayat. Bu kadar hızlı akan ve hızla yaşanan bir dünyanın karşısında nasıl duracağım?

Dakik olmakla, hızlı yaşamayı karıştırıyoruz Paşam. Modern dünyanın modern zamanlarına kapıldığımızdan beri, demleyerek içemiyoruz hayatın kendisini. Muhabbet edemiyoruz, şöyle kendimizi dinlemek için bir teheccüd vakti ayıramıyoruz. Öyle hızlı dönüyor ki dünya… Renklerin çekilip gittiğini, görüntülerin silikleştiğini ve her şeyin tek düze bir çizgiye mahpus edildiğini “hızın gereği” olarak kabul ettik çoktan belki de.

İçtiğimiz çaylar hep yarım kalıyor, sohbetin sonunda hiçbir konuyu neticeye bağlayamadan kalkıyoruz çünkü zaman kalmıyor. Mevsimler gelip geçiyor, ilkbahardaki yaprakların rengiyle güzün yapraklarındaki rengi tanıyamıyoruz artık. Bir an önce gideceğimiz yere ulaşmak için çaba harcarken, ne dökülen yaprakları görüyoruz ne açan çiçeği.  

Sade ve ağır yaşamak lazım hayatı… Yürürken bazen durmak etrafa bakıp, havayı hissetmek lazım… Sağlam dostlar bulmalı misal, yanına gidince zamanı unutacağın dostlar. Demleyerek, derinlemesine hissederek kavramak lazım… Debdebenin, şaşanın, hızın tılsımına kapılmak, frensiz bir araçla yola çıkmak gibi. Hızlandıkça heyecan duyuyor, durmayı aklımıza bile getiremiyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi