Biraz da Hekimlerimizi Anlayalım…
Geçtiğimiz hafta malumunuz Tıp Bayramıydı. Tabiri caizse iliklerime kadar bu yıl Tıp Bayramı’nı yaşadım, iyi ki yaşadım bu sayede hekimlerimizi anlamaya çalışıyorum... Hekimlerimiz ile bir konferans, bir çalıştay, iki önemli program ile bir konsere katıldım. Tabi onlarca not aldım. Sizinle biraz paylaşmak istiyorum.
Öncelikle şunu net bir şekilde ifade edeyim, hekimlerimiz hakikaten çok zorlu bir eğitimin sonrasında mesleklerine başlıyorlar ve hekimlerimiz kim ne derse desin, büyük insanlar. Onları eleştirmekte zor, haklarında yazı yazmakta zor...
Neyse notlarıma geçelim: Katıldığım bütün programlarda dikkatimi çeken en önemli konu ilginin çok azlığıydı. Hekimlerimiz kendi sorunlarını dile getirmekte ne yazık ki yeterince başarılı bir politika geliştiremiyorlar. Türkiye'nin değişiminin mesleki anlamda en fazla etkilediği sektörlerden birisi sağlık... Çünkü sağlık alanında medyaya sızma çok kolay oluyor, bu dönüşümde mağdur olan hekimlerimiz kendilerini savunamıyor. Bir hasta yakını çok rahat medya aracılığıyla ve arkasına savcılarımızı, hâkimlerimizi de alarak hekime karşı kendisini güçlü hissediyor ve inanınız bazen hekimimizin anasından emdiğini burnundan getiriyor.
Avukatlar, mimarlar, mühendisler de mesela çok iyi para kazanır ama milletin gözü hekimlerimizin aldığı parada. Bir mimara para vermeden bir proje çizdiremeyen halkımız sağlığı söz konusu olunca para ile onu tedavi eden hekimin paradan başka bir şey bilmediğini iddia ile hekimi adeta aşağılar.
Şu gün mühendislerin, mimarların, avukatların genel olarak kazandığı parayı onlardan daha disiplinli ve daha uzun süreli eğitim alan hekimlerimiz alamazlar, alamıyorlar da. Fakat kimse bunu görmez. Bir daire ne kadar, bir hekimin maaşı ne kadar olabilir?
Hekimlerimiz gecelerini gündüzlerine katarlar çalışırlar. Mesela bir mimar hiç bir zaman nöbet diye bir sorun yaşamaz ama profesör olmuş hekimimiz bile ‘icapçı’ olarak nöbet tutar ama kimse bunu görüp hekimlerimizi takdir etmez.
Hekimlerimiz her gün onlarca can kurtarır, elbette Allah'ın izni ile bunu başarırlar, görülmez küçük bir yanlışlıkları bütün herkesin konuştuğu bir mesele haline gelir. Dört farklı alanda dava açılır ve hem itibarları zedelenir hem de parasal olarak ciddi mağduriyet yaşarlar.
Peki, sıkıntı nedir, hekimlerimiz bu kadar haklı oldukları halde neden sorunlarını dile getiremiyorlar ve resmi tıp bayramlarına şehrin valisi, büyükşehir belediye başkanı bile tenezzül edip katılmıyor. Oysa nerede ise bütün mesleklerin böyle günlerinde bırakınız valiyi, belediye başkanını, bakan, başbakan bile toplantılara katılır ve günlerce konuşulur.
Hem de, Tıp Bayramı bizim en milli günlerimizden birisidir. Sevgililer günü kadar bile gündem oluşturamayan Tıp Bayramı, 14 Mart 1827'de, II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet'in önerisiyle ilk cerrahhanenin (Tıp Fakültesi), Şehzadebaşı'daki Tulumbacıbaşı Konağı'nda Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adıyla kurulması, nedeniyle 1919 yılında Tıp Bayramı olarak kutlanması ile başlamış. Tam milli ve bir gün sizin anlayacağınız.
Sıkıntı şu, hekimlerimiz gerçekten büyük insanlar, o kadar büyükler ki sorunlarını gündeme getirmeye bile tenezzül etmiyorlar. Müthiş bir çalıştay yapıyorlar bir tane bile gazeteci gelmiyor, bunu önemsemiyorlar, bu çalıştayı tıpçıların bilmesini yeterli görüyorlar.
Bir tabip büyük bir insandır, ama bakın koskocaman çalıştaya 100 kişi bile katılmıyor. Yine hukuki sorunlarla ilgili yapılan panele de 100 insan katılmadı. Kaç kişinin katıldığını saydım ama ayıp olmasın diye söyleyemiyorum. Aydınlar Ocağı'nın Sille'de yaptığı sohbetlere bile daha fazla insan katılıyor. Oysa bu konferanslarda hekimlerimizin, asistanların sorunları konuşuluyor. Çok önemli öneriler gündeme geliyor ama kayıta bile alınmadan o konuşmalar kaybolup gidiyor.
Konya'da farkında mısınız bilmiyorum ama üç tane tıp fakültesi var. Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Türkiye'nin en köklü Tıp Fakültelerinden birisi… Meram Tıp Fakültesinde profesör cüppesini giyen bir kıymetli hocamız kendisinin yetiştirdiği profesöre cüppe giydiriyor. Bu nasıl bir onur, nasıl bir kıymet? Gelenekler oturmuş bir Tıp Fakültesi… Saygıların en büyüğünü hak ediyorlar, bunu bile Konya'mıza, ülkemize Tıp Fakültelerimiz anlatamıyor.
Tabiplerimizin anlaşılmaya, sorunlarının çözülmeye ihtiyacı var. Asistanların sorunları var. Nöbetlerin uzunluğundan, hukuki alanlara, ekonomik konulardan, yıllarca profesör olan bir hocamızın kıymetinin bilinmesine kadar geniş sorunlar bunlar. Mesela bir beyin ya da kalp cerrahı Yüksekova'ya mecburi hizmete gidebiliyor. Gitsin de, gittiği yerde ameliyat hane bile olmuyor. Kim kaybeder biz kaybederiz, kaybediyoruz. Lütfen biraz olsun hekimlerimizi anlayalım ve yargısız infaz yapmayalım. Hükümetimiz hastaları koruyacak yasaları, düzenlemeleri çıkarsın ama en azından aynı ölçüde hekimlerimizi de korusun. Onlar bizim kıymetlerimiz ve tabiplerimiz kolay yetişmiyor... Biz medya mensupları olarak da en azından bunu bilelim... Yapacağımız haber öncesi hekimlerimizle de bir görüşelim. Hekimlerimizi kaybedersek, hekimlerimiz değil toplum kaybeder, bizden söylemesi…