Bir bilebilsem
Kaç kişiyle yürür insan, yürümek ister, kaç kişinin elini tutar?
Seninle yürümek istedim, yürüdüm, elini tuttum.
Bunları unutmam mümkün değil.
Sol yanımda yürürdün. Şimdi sol yanımda boşluk hissediyorum. Bazen kolumu, elimi, parmaklarımı ne yapacağımı bilmez oluyorum. Sanki sol yanım yetim kalmış gibi.
Senin içinde barındırdığın bütün kadınları seviyorum; doğal, utangaç, öğrenmek isteyen, şımartan, özlediğini belli eden, merhametli, kollarıma hasret…
Tebessümün hep bir parça mahzun: Bir bilebilsem.
Kelimeler her şeyi berbat eder, sen yine de bu kelimelerin mutlaka söylenmesini mi istiyorsun?
Sabah. Şimdi ıslak bahar kırlarının ortasında, toprağın, yüzlerce otun ve adını bilmediğimiz çiçeklerin kokusunu alacağımız bir çadırda ya da derme çatma bir kulübede uyanmak, dağlara bakmak, iç geçirmek, şükretmek, gözlerimizi kapayıp sabahın sesini dinlemek vardı. Konuşmaktan daha çok susmak, susmayı aratmayan konuşmalar yapmak… Öfke veya olumsuzluk yüklü sessizliklerden ziyade bakışlarla, dokunuşlarla, tebessümle konuşmak vardı. Kitap okumak, yürümek, menemen yemek, çay içmek, bıkasıya, yorulasıya kadar okumak ve yazmak vardı. Beraber türkü söylemek, dünyaya dair işleri azaltarak yaşamaya, üretmeye daha çok zaman ayırmak vardı. Çalışmanın ve üretmenin gerçek yorgunluğundan mutlu olmak vardı. Fakat bunlar olmadı. Hiçbiri olmadı.
Yanına çömelip seyrettiğim çiçek, denizle gökyüzünün buluştuğu mavi, aynı toprağın ilkbaharı ve sonbaharı ne kadar da sana benziyor Dağlım. Dile gelmeyen, dile gelmesine de gerek olmayan, gözlerinin söylediği, gözlerinin alçakgönüllü, yalın ve sevecen sarıp sarmalayışı öyle tarifsiz ki… İnsan bu güzelliğin içine kendini bütün gece gömebilir; sabah olunca “daha da istiyorum” diyebilir. Bir kış günü, ormanda, üzerinde suyunu kirletecek en küçük bir yaprak bile olmayan, tertemiz, buz gibi akan bir nehre benziyorsun. Zekâ, kültür, terbiye ve güzellikten meydana gelmiş eşsiz bir karışımsın. Gölgede bile parlayan nemli gözlerinle beni masallara çağırdığının ve bedeninden taşan sümbül kokusuyla başımı döndürdüğünün de farkında değilsin. İyiliğin himaye ediyor. Birbirimizden güç alıyor, birbirimize sustukça sevgimizin derinleştiğini de biliyorum. Memleketinden ayrılan bazı şarklıların, yolculuk boyunca ayakkabılarında vatan toprağı taşıması gibi, seni, vatanımın toprağı gibi göğüs kafesimde taşıyorum.
Dağlım. Andre Gide’nin “Dar Kapı” romanını yeniden okudum. Yeniden birçok cümlenin altını çizdim. Robert Hichens’in “Allahın Bahçesi” kitabını hatırladım; bu kitabı da okumanı tavsiye ederim. Aklıma, sana yazdığım, çocuksu, delişmen, üzgün, şımarık, hasret dolu mektuplar geldi. Yazmadıklarım, hep daha sonra yazarım diye düşünüp sonra da unuttuğum olaylar, insanlar, kitaplar… “Dar Kapı” romanında öyle çok satırın altını çizdim ki… Kitabın bazı bölümlerini okurken dalıp gittim, yutkundum, gözlerim doldu, “özledim” dedim. Yenilerde sana yazdığım bir mektupta, “İnsanın kendine yazdığını öğrenmesi de ilginç…” demiştim. “Dar Kapı”da da şu cümleye denk geldim: “Her ikimizin de aslında kendisi için yazdığını hissediyorum.”* Gülümsedim, sevenlerin, sevdiğini ifade edenlerin aynı dar kapıdan geçtiğini hissettim. Bu kitapta altını çizdiğim satırların bir kısmını seninle paylaşıyorum:
“Ne zaman çok güzel bir şey görsek ya da duysak, hemen, ‘Tanrım bunu yarattığın için sonsuz teşekkürler.’ diye düşünürdük…”*
“Rabbim! Birbirlerine yardım ederek, bütün bir hayat yan yana yürüyen ve bazen biri ‘Kardeş! Yoruldu isen bana dayan!’ deyince, öteki: ‘Seni yanımda bilmek bana yeter!’ diye cevap veren bir hacı gibi…”*
İnsan kendinden bilmez, Rabbinden bilir. Buna sevgimiz ve sevdiğimiz insan da dâhildir Dağlım. Bizler birbirimizi nimet bilir şükredersek umulur ki Rabbimiz bizden ve sevgimizden razı olur. Kavuştuğunda mutlu, kavuştuğunda iyi insan olacağını düşünmek, buna inanmak da yanılsamadır Dağlım, kocaman ve hazin bir yanılsama. Bize düşen, iyi insanlar olma yolunda yürümek, adalet ve merhametten ayrılmamaktır. Ötesi nasiptir ve Müslüman da nasibine razı olandır. Yıllar önce, yine sana yazdığım bir cümleyle: Kendi yağmurumuzla ıslanıyorduk, mutluyduk ve tekrarlamaktan bıkmıyorduk: Şükür düşer bize, birbirimize. Çok şükür!
Rabbimiz bizleri birbirimize şükretmekten ayırmasın. Bize verilen bütün nimetler için şükretmekten de...
Dağlım. Sana güzel insan tarifi veriyorum: İyi bir söz söylemek, şefkat göstermek, etrafındakilere cesaret vermek için her zaman vakti olan. Her ikimiz içinde âmin diyorum.
“Seni ne kadar çok seversem seninle konuşmayı da o kadar az becerebiliyorum.”*
Çok hızlı yaşanmayacak kadar uzun zamandır hayal ettiğim düşlerim var, “nasip" diyor, bekliyorum.
Seni seviyorum. Yazdığım ve sustuğum budur.
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!
*Andre Gide & Dar Kapı