Bilginin Fay Hattı…
Geçmişin bilgisini gelecekte okudum geçenlerde… Neyi anlattığını coğrafya kitaplarının, bölüm bölüm ayrılmış jeomorfolojisinden, jeolojisinden klimatolojisine, hidrografyanın varlığında, bir denizle bir okyanusun varlığının ve kara parçalarından beşeri coğrafyanın temsiliyetine kadar…
İnsan bu ya masif arazinin kütlesel bağlamından uzakta, dağlık engebeli ve yüksek, yeni tabirle yeni oluşmuş, üçüncü zamanın sonları, dördüncü zamanın başlarında bir arazinin varlığında, varlığın var olma süreci elbette sancılı geçecektir. On bir milyon yıl önce arazi de yerini almış, bir fay hattının boydan boya uzanmış kıskacında yaşamayı nasıl da unutmuştu insan…
Neyi unuttu insan ve fay hattı sadece doğanın kendisinde mi kırıldı. Kaç deprem yaşadı da kendi zihninde, doğal süreçlerin etkisinde ki depremi mi unuttu. Unuttu elbette. Ve gündem insanın yüreğinde kırılan fay hattının, kendi depremini bir kış mevsiminde, doğanın milyon yıllık oluşum sürecinde, meydana gelen varlığına kendisi bizzat şahitlik etti.
Aslında bir kış mevsiminde yağmayan ya da yağmayacağı düşünülen bir kar yağışının beklentisi içerisinde, kuraklık şartları konuşulurken, tarlanın, bağın, bahçenin bu yıl ki verimi anlatılırken, sevindirici haber gelmişti. İnsanların gözü önünde lapa lapa yağan kar taneleri ve kış mevsiminde bir fay hattının varlığından habersizdi insan. Yaşadığı coğrafyanın bilgisine vakıf olmak ve sorumluluğu da bizzat insanın kendisine aitti. Araştırmak, okumak ve öğrenmek, coğrafi bilginin gerçeğini unutmamak ve tedbirli olmak.
Sorular, sorular, sorular… Ardı arkası bitmeyen masum bir yüreğin sorduğu sorular ve cevap arayışında kaynağını sorgulamadığı bilginin, inanışında bu günlerde insan… Bu da bilginin fay hattıydı galiba… Aslı, kaynağı belli olmayan söylemler, bilginin yerini aldığı gün bilgininde fay hattı elbette vardı ve kırılırdı. Başka kırılan fay hatları var mıydı? Elbette vardı… En büyük fay hattı ise insanın umududur. Umudunu kaybettiği gün asıl fay hattı işte o gün kırılacak ve depremin şiddeti insanın yüreğinde sismografların çizdiği, Richter ölçeğinde ki ıskalanın yetersiz kaldığı gerçeğini yaşayacaktır.
Milyon yıllık fay hatlarının, milyon yıl içerisindeki devinimsel, manto üzerinde yatay ve dikey yönde hareketleri, kıtaların yer değiştirmesi ve levhaların kara parçalarının hareketliliği aslında milyon yıllık bir hikâye.
Avrasya levhasından, Amerika levhasına, Arap levhasından Hindistan levhasına kadar, levhalar bir yapbozun parçaları gibi Rift vadileriyle okyanus tabanlarında birbirinden ayrılma durumu yine milyon yıllık bir sürecin, süreç içerisindeki değişimiydi. Hindistan levhasının Avrasya levhasına doğru sürüklenişi, iki kıtasal levhanın, yani iki kara parçasının çarpışması, Himalaya Dağlarının oluşmasında etkili olmuş ve doğanın biçimlenmesini sağlamıştı.
Anadolu levhası ise kuzeyinde Avrasya levhasının, güneyinde ise Arabistan levhasının sıkıştırması ve bir denizin içerisinde biriken sedimanterin üçüncü zamanın sonları(Senozoik-Tersiyer) ve dördüncü zamanın başlarında(Kuaterner) yükselmesi ve bu denizin atası niteliğinde olan Karadeniz in varlığı birçok veriyi kendi içerisinde barındırmaktadır. Bugün yükseltisi ile ün salmış birçok dağlık kütlenin üzerinde, deniz canlılarının, fosillerine rastlanması milyon yıllık hikâyenin ilk kanıtı değildi elbette.
Üçüncü zaman dedim ya… Senozoik döneminde başlayan ve rasyonelliğini milyon yıllık ifadelerle Anadolu da kaybetmeyen, fay hatlarının oluşumundan, Alp Himalaya kıvrım sistemi içerisinde Toros ve Karadeniz dağlarının oluşumu ve bunun yanı sıra yeraltı kaynaklarının varlığı bu dönemde yerini almış ve yeryüzünün biçimlenmesinde etkili olan, Kuaterner de oluşumun devam ettiği irrasyonel olmayan bir gerçektir. Bu gerçeğin varlığı, öznesi niteliğindeki insanın varlığıyla anlamlı ve önemlidir.
Kalın sağlıcakla…