BİLGİ KUVVETTİR AMA…
Bilginin bir güç olduğuna inananlardanım. Düşünce üreten, üretiminden sonuca giden, sonuçlar arasında bağlantı kurup senteze ulaşan bir zihinsel yolculuğun çok zaman fiziksel faaliyetten daha etkili olabileceğine dair, evet ön yargılıyım.
Fiziksel faaliyet de aslında ‘’hareket öncesinde zihnimizde mevcut değil midir’’ sorusuna elbette hayır diyecek değilim. Şöyle bir örnek vereyim dilerseniz, kararı da size bırakmak adına.
Sabah evinizden çıktınız işinize gideceksiniz. Arabanızın kontağını açıp çalıştırdınız ama sitenin çıkış kapısı önünde bir araba park etmiş, çıkamıyorsunuz. Mecburen kontağı kapatıp dış kapıya doğru yöneliyorsunuz. Baktınız dış kapı önünde iki kişi ayakta konuşuyorlar. Kibarca soruyorsunuz.
-Beyler özür dilerim sohbetinizi bölmek istemezdim ama işe yetişmem için buna mecbur oldum. Bu arabanın sahibini tanıyor musunuz?
İri yarı olan kaba ve saldırgan bir edayla:
-Benim ne olacak?
-Dedim ya, işe gideceğim için sizi rahatsız ettim.
-Sanki acile hasta yetiştireceksin!
İçinizden ‘’la havle’’ çekiyorsunuz ve karşılık vermeme kararı alıyorsunuz ama adamın aldırdığı yok. Siz de işe geç kalmamak için sabrınızı zorluyorsunuz.
-Beyefendi lütfen bana yardımcı olursanız sevinirim demek zorunda kalıyorsunuz.
-Sabah sabah bela mısın sen yav(!). Şurda iki dakka(!) dertleşelim dedik arkadaşla.
-Size zahmet olacak ama üç metre öne almanız benim için yeterli.
-Bekle. Alacağız dedik ya. Kendileri herkesten dürüst ya. Tövbe tövbe
-Estağfurullah size dürüst değilsiniz demek aklımın ucundan bile geçmez.
-Haydi haydi ben sizin gibileri bilmez miyim diyor ve arabasını beş metre kadar öne çekiyor.
Bu diyalog sahiplerinin her ikisi de zihinde var olan bilgileri kullanıyor. İri yarı ve nobranlık yapanın kurduğu cümleler kültürel bir aliterasyon deyip geçemeyiz. Her kullandığımız kelimenin ruhumuzda bir anlamı ve karşılığı olduğuna göre, felaket içerse de kategorik bir bilgidir ve biz bu bilgiyi seçiyoruz. Peki bu bilgi bireye bir fayda sağlıyor mu? Böyle bilgiyi kullanmanın veya bilgiyi böyle kullanmanın kuvvet değil bir zafiyet olduğunu; karşı tarafın bilgi kullanımında gösterdiği kibarlık ve nezaket karşısında ki ezikliğinden anlıyoruz. Nasıl yani? Diyaloğun akışında ‘’ kendileri, herkesten dürüst ya’’ ironisi, onun, suçluluk duygusundan dolayı psikolojik ifadeyle, bir ‘’makulleştirme’’ denemesi yaptığı hakkında bize yeterince ip ucu veriyor.
Böyle bir deneme yapmamak bireye acı verir. Bu acı da onu vicdanen sıkıntıya sokar. Başka yolu yok mu? Var. Özür dileyerek de birey vicdanen rahatlayabilir ama bu da belirli bir ruhsal olgunluğu gerektirir.
Peygamberimizin (S.A.V.) ‘’Faydasız ilimden Allah’a sığınırım’’ duasından insanın kendisine zarar veren bilgiyi kast ettiğini anlıyorum ben. Kabadayılık yapan gibi.
Arabasıyla mahzur kalan kişinin verdiği karşılıkta kullandığı bilgi güçtür, kuvvettir benim zihin ve ahlak anlayışımda.
Felsefi bir örnekle konuyu kapatayım.(Hafızam beni yanıltmıyorsa) Alman filozof Schopenhauer’ın ‘’güneş ben gördüğüm için mi var, yoksa güneş var olduğu için mi ben görüyorum’’ şeklinde ki düşünce/bilgi (!) insanı hangi doğruya götürür Allah aşkına. Bir tarafta insanı Eşref-i Mahluk gören din, diğer tarafta ‘’insanları tanıyınca hayvanları daha çok sevmeye başladım’’ diyen Schopenhauer. Nasıl bir bilginin kuvvet olduğuna dair karar sizin. Selamlar.