Ben seni bütün yollarda ve bütün şehirlerde sevdim
Uyku tutmayan, heyecanlı geceleri olur insanın. Güzel ve bahar kokan sabahları… Öyle ki, “tutup güneşi öpesi “gelir. Sabaha şiir, gönlüne şehir, diline türkü düşer. Zamandır geçer; geçmeyen ve geçmeyecek olanın sevmek ve vermek olduğunu anlarsın.
Bir taşın, bir duvarın, bir bankın üzerine oturursun. Nazlı ve şımarık bir sabahı, nazlı ve şımarık bir sevgiliyi beklersin. Yoluna bakarsın. Sabırsız ancak mutlu, aceleci ancak büyüterek beklersin. Ki beklemenin de sevmeye dahil olduğunu anlarsın.
Duvarlara yazı yazmak ister, gelen geçene gülümsersin. Bölük pörçük cümleler kurarsın, vazgeçersin, yeni baştan cümleler kurmaya başlarsın. Sonra sevdiğinin yüzünü, bakışını düşünürsün. Gülümsersin, şükredersin. Cümleler balon gibi uçar gider, gülümsersin. Asıl olanın cümleler değil hissetmek olduğunu anlarsın.
Farkında olmadan eline geçen kenarı sert bir taş ile bir iz, bir işaret bırakmak için oturduğun duvarın üzerine onun adını yazarsın, kıskanırsın, silersin. Zamana dayanamayacağını bilmesine ve hatta onun okumama ihtimaline rağmen yazarsın, silersin, seversin. Her şeyin gelip geçici; yalnızca verilmiş olana, yaşadığına şükretmenin kalıcı olduğunu anlarsın.
Şükretmek ki hiçbir fırtınanın kökünden sökemeyeceği bir çiçektir. Dönüp dolaşıp sever, dönüp dolaşıp şükreder ve yemyeşil ovalara çıktığını hissedersin.
Sabah aklımdaydın. Şu ölümlü dünyada sevmekten ve merhametten gayrı neyimiz vardı Dağlım? Gülümsemeyenlerin dudakları, sarılmayanların kolları, sevmeyenleri kalpleri kuruyordu. Kendi kendime konuşuyor; gülümseyelim, sarılalım, sevelim diyordum. Evden çıkarken iki tane güvercin teleği buldum, biri senin diğeri benim.
Neşeli bir güneşle aydınlanan sabahın içinde, sırtımı çimenlere vermiş, gökyüzüne bakıyor ve sana sesleniyordum: “Uyan artık, kalk ve ayna diye gökyüzüne bak.”
Sabah kuşundan, bir çiçekten, gökyüzünden ve sevilen bir kadından ne çok şey öğreniyor insan.
Bir kadın en çok da avuçları öpüldüğünde sevilir ve ben bundan daha güzel bir şiir de okumadım.
Gözleri kuru, kalpleri gözlerinden kuru insanlara rağmen ben sana filbahri ve zifin çiçeği topluyorum Dağlım.
Hangi çiçeğe benzediğini düşünüyorum da aklıma iris çiçeği geliyor.
Birilerinin bizi duymuyor olması sesimizin kısık çıkmasından değildir Dağlım. Sağırlık sanıldığından çok fazla yaygın bir hastalık, sanıldığından fazla yaygın bir davranış biçimidir.
Ahh… Biliyor musun Dağlım, biliyor musun seni en çok da o güzel, o hazine olan arkadaşından dolayı kıskanıyorum. Adı Güneş Damlası’ydı değil mi?
Şimdi, Maçka’nın bir dağ köyünde, ineklerin yayladan iniş seslerini duyuyorum boyunlarındaki çıngıraklardan. Düşlüyorum ki şimdi sen de belinde peştamal, dilinde “Yaylanun Çimenine” türküsünü söyleyerek yayladan iniyorsun.
“İnsanın bütün yüreği çığlıktır, sadece yüreğimizin etrafında seyahat ederiz” diyor Kazancakis. Sen benim çığlığım, sen benim gönlümün kınası. Ben en heyecanlı ve en güzel halimle bir tek sana geldim Dağlım. Ben seni bütün yollarda ve bütün şehirlerde sevdim.