Beklenen sona doğru
ABD ekonomisiyle ilgili açıklanan son verilerin genellikle beklendiği gibi gelmesi, FED’in Aralık toplantısında 25 baz puanlık faiz artırım uygulamasına geçip geçmeyeceğiyle ilgili soru işaretlerini neredeyse ortadan kaldırdı; toplam talep ve toplam arzı etkileyecek ABD yanında Çin, Almanya, Japonya ekonomisiyle ilgili derin durgunluk sinyalleri gibi iktisadi, Trump’ın başkan seçilmesi gibi siyasi ve uluslararası terör eylemlerinin toplumsal hayatı etkileyecek boyutta sosyal gelişmeler olmaması şartıyla. Şu an itibariyle üç şartında daha kötüye gitme olasılığı düşük. Dünya ekonomisinin liderliğine soyunan ülkelerin içinde bulunduğu ekonomik sürece, kendileri ve ticari ilişki içinde olduğu diğer ülkeler ayak uydurmuş durumdalar. Trump’ın bazı anket sonuçlarına göre her ne kadar birkaç puan önde olduğu söylense de, ABD’nin yeni başkanının H. Clinton olacağına, tüm dünya kendini hazırlamış görünüyor. Aynı şekilde Orta doğu ve Suriye merkezli çatışmalarda, defacto durumun devam edeceği ve süreci değiştirecek, olumlu veya olumsuz ani gelişmelerin ortaya çıkması da zor görünüyor. Bu olasılıklar ışığında başta gelişmekte olan ülkeler, geç kalmaksızın küresel ekonominin kendilerine dayattığı gerçeklere göre ulusal bazda ekonomik, siyasi ve sosyal önlemleri alıp, oluşacak durumdan maksimum derecede kazançlı çıkmayı hesaplayarak, istikrarlı ve sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak politikalar uygulama koymalıdır.
FED, Kasım toplantısında faiz artırımına gitmeyeceği beklentisini boşa çıkarmadı. Ancak FED yine eski alışkınlıklarıyla bundan önceki altı toplantıda olduğu gibi, yine genel, ortadan, olumsuz en ufak bir gelişme ortaya çıkması halinde hemen mantıklı bir gerekçe uydurarak, sorumluluğu AB, Çin, Japonya veya gelişmekte olan ülkeler gibi kendinden başka bir tarafa yükleyecek açıklamalar yapmaya devam etti. Faiz artırımına gidilmemesinin nedenlerine yönelik FED tarafından yapılan açıklamalar ve genel durum ana hatlarıyla; Ekonomik yapının daha sağlam temellere oturmaya başlaması, enflasyon ve işsizlik başta olmak üzere bazı ekonomik verilerin yönünün ve ivmesinin takip edileceğinin belirtilmesi, başkanlık seçim sonuçlarının ABD ve global ekonomiye olası etkisinin derinliğinin irdelenmesi, küresel piyasaların belirsizlik nedeniyle döviz, altın ve finansal araçların volatilitesinin yüksekliği, Brexit’in sonuçlarının başta AB ekonomisi olmak üzere küresel ekonomide beklenenden daha fazla etkili olacağına dair görüşlerin hakim olması, petrol fiyatlarının istikrarlı bir konjonktüre kavuşturulamaması şeklinde sıralanabilir. Bu açıklamalar kendi içinde tutarlı ve Kasım ayında faiz artırımının yapılmaması gerektiği şeklinde, FED’e kendine göre haklı argümanlar sağlayabilir. Ancak ABD ekonomisiyle ilgili açıklanan ve aşağıda ana hatlarıyla sıralanan son verilerle, FED’in Aralık ayında faiz oranlarının artacağı yönünde karar alacağına dünyanın beklentilerinin boşa çıkarılmaması adına kesin gözüyle bakılmaktadır.
ABD ekonomisinin faiz artırımını Aralık toplantısında yapmasını destekleyen verileri; ihracat ve tüketimin etkisiyle üçüncü çeyrek büyümenin bir önceki çeyreğe göre %107 artarak %2,9 olarak gerçekleşmesi, tüketim harcamalarındaki artış oranının harcanabilir geliri (Yd) aşması, FED tarafından takip edilen endekslerden gıda ve enerji hariç, tüketim malları ve hizmetlerindeki fiyat değişimlerini yansıtan ve halk tarafından hissedilen enflasyon oranını ölçen Çekirdek Fiyat Endeksi’nin [Personal Consumption Expenditures (PCE)] hızla yükselişi, hafta içinde yapılacak başkanlık seçimlerinde anketlerden farklı sonuçlar açıklansa da H. Clinton’ın başkanlığına kesin gözüyle bakılması, ISM imalat endeksi ve Markit imalat PMI sonuçlarının olumlu gelmesi şeklinde sıralayabiliriz. FED’in aldığı kararların yapılan araştırmalara göre bir ile bir buçuk yıl içinde sonuç verdiği göz önüne alındığında, FED şu an itibariyle 2018 yılı ortalarında enflasyonun %2’ler düzeyine ulaşacağı konusunda şüpheleri ve söz konusu şüpheleri güçlendirecek kendi reel ekonomisinden daha ziyade, AB, Japonya, Çin gibi büyük ekonomilerle, gelişmekte olan ülkelerin istikrarsızlıkla uğraşmak zorunda kalmaları gibi sorunların boyutunu hesap etmeye çalışmaktadır. AB ekonomisiyle ilgili büyüme, enflasyon, imalat verilerinin, küresel piyasaları destekleyecek şekilde gelmesi, çok büyük olumsuzluklar olmaması halinde, FED’in 25 baz puan faiz artırımına gideceğini hemen hemen işaret etmektedir. Bu konuda tehdit unsuru olarak ilk akla gelen emtia ürünleri, bunların içinde de petroldür. Petrolün fiyatının kalıcı olarak belli bir fiyat aralığında tutulmaması, dünya ekonomisinin istikrara kavuşmasının önündeki en önemli engeli oluşturmaktadır. Türkiye gibi petrol ithalatçısı ve aynı zamanda ihracatı büyük oranda ithalata bağımlı ülkelerin, yüksek volatil petrol fiyatları karşısında, ekonomilerini konjonktürel dalgalardan koruma konusunda zorlanacakları açıktır. Üstelik milli gelirlerinin önemli kısmı petrol başta olmak üzere bakır, altın, gümüş, kurşun, alüminyum gibi tek ürüne dayanan ülkelerin gelirlerindeki istikrarsızlık bumerang gibi küreselleşmenin etkisiyle tüm ülkeleri olumsuz etkileyecek sonuçlar doğuracaktır. İhracatımızın ithalata göre daha fazla oranlı daralması, düşen petrol fiyatlarını fırsata çevirip fazla verilmesi bir yana cari açığın kapatılamaması, çekirdek enflasyonun etkisiyle Ekim ayında TÜFE’nin %1,44 olarak gerçekleşmesine ve TÜFE’nin yıllık %7,16’ya düşmesine rağmen, yinede arzulanan ve genel kabul görmüş %3’ler düzeyine indirilememesi gibi hoş olmayan sonuçlarla karşılaşmamız, yapısal sorunları çözemediğimizi ve FED kararlarına karşı ne kadar hassas olduğumuzu ortaya koymaktadır. On beş Aralık geldi bile, umarım ülke olarak ekonomik, sosyal, hukuki ve toplumsal önlemleri alma yolunda gerekli adımları atmaya başlamışızdır, değilse çok geç kalmışız demektir.
Soru: Siyasi istikrarsızlık iktisadi istikrarsızlığı tetikler mi? Neden?
Sözün Gözü: İnsanlar önce doğru sonra cesur olmalı.