İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Bazı Borçlar Gönülden Ödenir

Bazı Borçlar Gönülden Ödenir

Dağlım…

Sabah. Gökyüzü hem mavi, hem beyaz. Nasıl şükretmez insan.

İnsan; doğum ile ölüm, insan; dua ile türkü arasında.  Adını türkü saydım, adını duama koydum. Adın umut diye sarıldığım... Sana yazarken kendime, sana yazarken hepimize yazıyorum.

Kitap, Rabbimizin bize bahşettiği en özel nimetlerdendir. Okumak gerek. Dünyanın öbür ucundan bir yazar, şu mübarek, şu sıcak günleri serin kılan bir cümle kuruyor: “İçimizi serinleten su bize emanettir.” Peki, bizlere şefkat ve merhameti hissettiren, bizlere sabrı ve şükretmeyi gösteren sevdiklerimiz bize emanet değil midir? Sevdiklerimiz gönlümüze ve duamıza emanettir Dağlım.

Albert Schweitzer diyor ki: ““Yeryüzünde hiç kimse mevcudiyetinin başkaları üzerinde ne gibi tesirler bırakacağını, başkalarına ne gibi hizmetlerde bulunabileceğini evvelden kestiremez. Bu bize açıklanmamıştır ve açıklanmaması gerekmektedir. Ancak çok kereler, cesaretimizi kaybetmememiz için, mukadderatımızı tayin edecek ufacık ipuçlarını görmemize imkân verilmiştir.” Bir başka yazarın cümlesiyle tamamlayalım: “Hayat bir kitap gibidir. Ancak onu okuduktan sonra içindekileri öğreniriz.” Okuyalım, kitap okuyalım, ancak kitaplardan önce “bir insanı” okumanın derdinde olalım Dağlım. İnsanı okumayan, okuyamayanın diğer okumaları sanırım ki boşa kürek çekmek olacaktır.

Akıllı ve okumuş insanlar, sana “ne gereği” vardı diyecekler, onlara “neyin gereği” var diye sormayasın. Sana “bu kadar yorulma” diyecekler, onları duymayasın. Sana, “insanları çekiştirecekler”, onlarla konuşmayasın. Sana, “hep daha fazla tüketmeni” salık verecekler, onlara üç tane hurma verip, kanaati hatırlatacaksın. Sana “iyi, güzel, hoş” olduğunu söyleyecekler, onlara “bana günahlarımı hatırlattığınız için sağ olun” diyeceksin. Ve sonra bir ümmi tutup sana şunu söyleyecek: “Bu dünyada budala sayılırsın ancak cennette değil.”  

Bize verdiği güzel nimetlerden dolayı Allah’a şükretmeli, verilmemiş saydıklarımız için yakınmamalıyız. Gözü doymaz ihtiyar kadının hikâyesini bilir misin?  Ermişin biri, yalnızca bir lokma eti olan yoksul bir kadına bütün bir koyun vermiş de kadın, “Eyvahlar olsun! Ben bunu hangi tencereye, hangi kaba sığdırayım şimdi?” diye oturup ağlamış. Allah sana güzellik verdi de zenginlik vermedi diye hayıflanma. Verilmemiş saydıklarımızdan önce verilmiş olanların şükrünü eda edelim, ötesi Allah kerim.

Örsle çekiç arasına girmeden kılıç olmamız mümkün değil Dağlım. Hem sınanacağımızı söylüyor sonra da her yaşadığımız sıkıntıda da feveran ediyoruz. Aklımız başımızda değil!

Öğle. Gelirdin. Kalbim, kapılarını ardına kadar açmış, seni bekliyor olurdu. Şairin; “Konuşarak saklanan gerçek” dediğine nispetle, gerçekleri saklamamak için fazlaca konuşmaz, pek az ve alelade şeylerden bahsederdik. Fakat birbirimize söylediğimiz en basit sözler bile birbirimizi avutmaya yetiyordu. Her ikimizin de sükûnete, benimse senin yanında olmaya ihtiyacım vardı.

Seninle beraber, ışıl ışıl varlığınla, yavaş yavaş, zihnimi örten karanlık perdenin tamamen kalktığını hissediyordum. Dünyaya bambaşka bir gözle bakmaya başlamıştım. Senin, hiçbir şey söylemeden yaptığın hareketler uyuşmuş hislerimi uyandırmıştı. Uzun zamandır, çok uzakmış gibi görünen cisimler tekrar yakınlaşmış, renkler yeniden canlanmıştı. Şimdi güneşin ışıklarını,  otların üzerindeki çiğ tanelerini, yaz yağmurunun nasıl hoş bir serinlik verdiğini yeniden fark ediyordum. Sanki yeniden yaşamaya başlıyordum.

Söylediğin her şey basit, açık ve samimiydi. Bütün hareketlerin gibi. Hiçbir sözünde gizli kapaklı bir şey yoktu; hareketlerin de sözlerin de tabiiydi. Ve sessizliğin. O derin sessizliğinin içinde öyle bir sevecenlik, öyle bir anlayış vardı ki…

“Sanki sen pabucun bir teki imişsin de öteki tekini de bulmuşum” gibi, seni görünce çocuklar gibi sevinir, her seferinde yeniden bulmanın şaşkınlığını yaşardım.

Gece. Güneşdamlası’nın arkadaşı. Dağlım. “Başlamak için önce iki kişi olmak lazım. Sonra arkası gelir.”  Biz “iki kişi” olduk, sonrası Allah kerim!

 “Yapacak cesareti ve kuvveti bulduğum her şeyin başlangıcı sensin.” Sana dua, Rabbimize şükrediyorum. Benden sonraya kalırsan eğer, benim adıma şunları söylersin: Sevmek; sahip olmanın kibri ve hoyratlığıyla yük olmak değil, esenlik ve tebessüm olmaktır. Her şeyi alabilir insan, her şeyi, alamayacağı iki şey vardır: Özgürlüğümüz ve sevgimiz! Nice mahkûm dışarıda dolaşanlardan özgür, nice kavuşamamış sevgisini şükür sayarak ömür boyu yaşamıştır.

Hatırlıyorum: Birbirimizde aynı hislerin varlığını, aynı beklentilerin hoşluğunu keşfettiğimiz zaman, bakışlarımızda parlayan o dilsiz hazla ürperir, gülümseyişimiz tüm yüzümüze yayılırdı. Birbirimizden geçer, döner dolaşır, yine birbirimizi bulurduk. Işığın kıymetini daha iyi kavramak için bir süreliğine karanlığa çekilmek gibiydi. Her şey ibret, her şey nimetti. Daha güzel insanlar olmamızın yolu; fedakârlıktan, şükretmekten, sabırdan, merhametten, şefkatten, hasretten,  vazgeçmekten ve en çok da hesapsızca vermekten… Hâsılı güzel insan olmamızın yolu sevmekten geçiyordu. Sevilmek ay ise sevmek güneşti!

Mehtapsız, fakat aydınlık, sakin, ılık bir Ağustos gecesi. Gök her zamankinden daha çok yıldızlı. Gökte, boy boy, öbek öbek, sıra sıra bir sürü yıldız var “Gökyüzünden bir parça kesmek geliyor içimden. Ondan ne güzel bir elbise yapardın.”

Bazı borçlar gönülden ödenir, mektuplarımı borcumdan düşer misin Dağlım.

Kulaklarımızda, rüzgârda salınıp duran salıncağın gıcırtısı… Gecenin dahi sana şiir yazdığı söylediğim geceler… Anlatabildim mi bilmem…

Allah esirgeyen ve bağışlayandır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi