Bayramlarımızı, fabrika ayarlarına döndürelim
Değişim, her şeyin kaderinde vardır. Onun için “Değişmek, değişmeyen tek şeydir” denmiştir. Değişim iyi yönde olursa, beraberinde “gelişimi” ve “olgunlaşmayı” getirir. Kötü yönde olursa, “bozulmaya” ve “savrulmaya” sebep olur. Bayram kutlamalarımızdaki değişim, bizi olgunlaştırma yerine savurmakta ve değerlerimizden uzaklaştırmaktadır.
Her konuda rol modelimiz olan Rasûlullah (sav), bayram kutlamaları ile de rehberimizdir. Peygamber Efendimiz, bayram sabahı güzel elbisesini giyip mescide giderdi. Bayram namazına kadınlar ve çocuklar da iştirak ederdi. Efendimiz, bayramı sevinç günleri ilan etmişti.
Meşru ölçüler çerçevesinde eğlenmenin bir ihtiyaç olduğuna inanan Efendimiz, Medine'ye hicret ettikten sonra Medinelilerin yılda iki bayram kutladıklarını görünce "Yüce Allah, size o iki bayram günlerine bedel olarak daha hayırlı iki bayram günleri ihsan buyurmuştur." (Ebu Davud, "Salât", 245; Nesâî, "İydeyn", 1) diye müjdelemiş, o günlerin Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı günleri olduğunu haber vermiştir.
Müslümanlar da, bugünlerde birbirlerini ziyaret eder, bayramlaşır, yer, içer ve meşru bir şekilde eğlenerek günlerini neşe ile geçirmeye çalışırlardı.
Hz. Peygamber, bir başka hadisinde ise şöyle buyurmuştur: "Arefe günü, kurban günü ve "teşrik" günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bugünler, yeme içme günleridir." (Ebû Dâvud, "Savm", 50; Tirmizî, "Savm", 59)
Dolayısıyla Peygamberimiz, bayramları, Müslümanlar için yardımlaşma, dayanışma ve sevinç günleri ilan ederek, bugünlerde, insanların gülüp eğlenmelerine izin vermiştir. Hem dinî hem de sosyal yönü olan bu bayramlar, Müslümanların kaynaşmasına vesile olduğu gibi yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesine de imkân sağlamaktadır.
Asr-ı Saadet'te bayram kutlamaları musallâ/namazgâh adı verilen geniş bir alanda, kadınların ve genç kızların da katıldıkları bayram namazı ile başlardı.
Peygamberimiz, bayram namazlarını, hava yağışlı değilse, Mescid'in biraz uzağında bulunan namazgâhda kıldırırdı. Kurbanını da burada keserdi. Bayram namazına gitmeden önce gusleder ve en güzel elbisesini giyerdi.
Efendimiz (sav, her zaman arkadaşlarıyla görüştüğü gibi bayramlarda da onların evlerine ziyarete gider, ikramlarını kabul ederdi. Kendisi de misafirlerine ikramda bulunurdu.
O, Müslümanlar arasında dargınlığı hoş görmemiş ve "Bir Müslüman'ın diğer Müslüman'a üç günden fazla dargın durması helâl olmaz." (Buhârî, Edeb, 57) buyurmuştur. Bayramı vesile edinerek dargınların barışmasını istemiştir.
Rasulullah’ın sünnetindeki bayram kutlamaları böyle oluyordu.
Bütün İslam toplumlarında bayram kutlama örf ve âdetinde değişiklik olsa da hepsinin ortak paydası; “Bayramlarda sılayı rahmi/akraba ziyaretlerini gerçekleştirmektir.” Bunun başında da, birinci derece akraba olan anne, baba ve kardeşlerin bir araya gelerek bu ziyaretin hakkını vermesi gelir. Sılayı rahim inancının bilinçli bir şekilde toplumumuzda yer ettiği dönemlerde bunun hakkı veriliyordu. Bilinçli bayram kutlamalarında, uzak diyarlarda olanlar, bayram ziyareti için büyüklerin bulunduğu beldeye akın ederlerdi. Büyükler evde bekler, küçükler ziyarete gelirdi.
Şimdi bu hassasiyetimizi kaybettik. Algılarımız değişti. Gerçek hayat, yerini sanal âleme terk etti. Bayram ziyaretlerinin yerini, turistik yerlerde tatil yapmak aldı. Samimice gidip elini öpüp koklayarak dualarını alacağımız annemiz, babamız, kardeşlerimiz, amca ve dayılarımız, görüntülü ya da görüntüsüz telefonlarla aranarak durum idare edilir oldu. Tabir caizse bugün büyükler yorgun ve yatakta, küçükler Bodrum sahillerinde yatta.
Bugün, sekülerleşen birçok insanımız, kendi mutluluklarını gölgelediklerine inandıkları için, yaşlı anne ve babalarını huzur evlerine bırakıp bayramlarda, “ha geldi ha gelecek” diye pencere önünde bekleyen yaşlılarımızın dramı da, ayrı bir sosyal problemdir. Evlatları şehirde yaşayan, kendileri de köyde evlat yolu bekleyen ama bayramları fırsata dönüştürüp tatil yapmaya giden evlatların durumu da savrulmaktan başka nedir ki?
İşte anne ve babayı kendi hallerine terk edip yalnızca eş ve çocuklarına kilitlenen insan sayısı çoğaldıkça, toplumda ne sılayı rahim hassasiyeti kalır ne de bayramlar, bayram gibi kutlanır. Bütün bu ihmallerimizin nedeni; dünyevileşmektir. Bunun sonucu olarak da, aile büyüklerimizi işimize kurban etmekte, değerlerimizi kaybetmekte ve ilişkilerimiz mekanikleşmektedir.
Çözüm, değerlerimizi tekrar kuşanarak fabrika ayarlarımıza dönmektir. Gerisi lâfı güzaf.