Bakan da Değişmişken
Milli Eğitim Bakanı son kabine revizyonu ile değişmiş oldu. Bir bakanın değişmesinde oldukça tutarlı ve temel sebepler olduğunu düşünmüşümdür hep. İcracı bakanlıklardan biri olarak Milli Eğitim, isminde de bulunduğu gibi “milli” hassasiyet taşıması gereken bir bakanlık.
Yeni bakanın işi kolay değil. Teknik olarak bakanlığın hemen her bakımdan alt yapısı tamamlanmış durumda. Bütçesi hatırı sayılır biçimde kuvvetli. Eleman sayısı bakımdan sıkıntı çekilecek değil. Teknolojik ve materyal bakımdan araç gereç bol. Yani geriye helva yapmak kalıyor. Lakin helva yapmak yeterli değil. Bu helvanın kimin ağzında nasıl tat bırakacağı önemli.
Eğitim işinde paydaşlar vardır. Yani eğitim sürecinde bu işe bir yönüyle dahil olanlar. En önemli iki paydaş öğrenci ve öğretmen. Öğrenci olmadan öğretmen bir işe yaramaz. Öğrencinin bitmesi demek insanoğlunun sonu demek. Bu durumda öğrencimiz hep olacağına göre, öğretmenimiz de hep olacak.
Milli Eğitim Bakanlığının yüzü öğretmendir. Ben bunu şehirler arası otobüs yolculuğuna benzetiyorum; Otobüs firması ne kadar büyük olursa olsun, şoförler ne kadar yetişmiş ve tecrübeli olursa olsun, yolcuyla teması sağlayan, birebir yüz yüze gelen muavindir. Muavinin tavrı yolcunun bakış açısını direk etkiler. Öğretmen de, bakanlığın icrada, sahada muavini gibidir. Öğretmenin hem kariyer olarak, hem itibar olarak toplumda bir yeri varsa, bu nedenle saygı duyuluyor ve seviliyorsa, bakanlık bunu göz ardı etmemelidir.
Sıcaklığın, yakınlığın, samimiyetin ve itibarın sağlamlaştırılması, tazelenmesi öğretmenin şahsında bakanlığa da itibar ve güven sağlayacaktır. Öğretmen sınıfa girdiği andan itibaren öğrencileri ile yalnız kalır. Bir öğretmenin dersine, tavrına, tarzına ve üslubuna müdahale etmeye kalkışmak, çetin bir matematik problemiyle uğraşmaya benzer. Belki de bu yüzden öğretmenin önce yüreğine, kalbine hitap etmek gerekir.
“Öğretmenliğin standardı yoktur” diyerek bitirmiştim daha önce yazdığım bir yazıyı. Öğretmenliği herhangi bir ölçeğe vurmak, kıyaslamak netice verecek değildir. Çünkü uğraşılan nesne insandır ve hiçbir insan “öteki” değildir. Hangi ideolojik tavırda, hangi düşüncede olursa olsun öğretmen sınıfa girdiği andan itibaren “öğretmen” gibi davranır. Yani misal hiçbir öğretmen bir yazılı sınav esnasında, “kopya çekmek” yani “hırsızlık” serbesttir demez.
Öğretmenliği ölçecek bir ölçü aracı yoktur ama öğretmenliğin itibarlı ve saygı duyulan bir meslek olarak kalmasını sağlamak mesleğin yüksek bir standarda kavuşması bakımından da gereklidir. Öğretmene saygı duyması gereken, şahsen sevmese de bulunduğu makamdan dolayı hürmet etmesi beklenen öğrencidir. Öğrenci, alabildiğine hür ve özgür olmalı yaklaşımı doğru olmakla birlikte öğretmenin karşısında değil yanında, omuz omuza olmasını sağlamaya çalışmak daha isabetli olacaktır.
Öğrencinin alabildiğine hür ve serbest olması, öğretmeni bile saymaması, öğretmene zor ve acı gelir ama kaybeden yine öğrenci, yani bizim çocuklarımız olmaz mı? Serbest demişken, şu “serbest kıyafet” uygulamasını konuşacaktım aslında. Uzadı yazı, bir sonraki yazımızda serbest kıyafete değinelim.