Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş BAĞDAT İZLENİMLERİ

BAĞDAT İZLENİMLERİ

Dârusselam/barış yurdu olan Bağdat’a 1984 yılının Şubat ayında gitmiştim. İran-Irak savaşı devam ediyordu. Buna rağmen Bağdat, canlı, ihtişamlı ve kendisine insanları çeken bir medeniyet şehrimizdi. Savaş bütün hızıyla devam etmiş olsa da, henüz Bağdat’ta etkisini göstermiyordu. Tâ ki, birinci ve ikinci körfez savaşına kadar…

Geçen hafta yine yolumuz Bağdat’a düşecekti. Merak ediyordum, Bağdat’ı. Acaba nasıl bir manzara ile karşılaşacağım, diye.. Uçağımız yaklaşık iki saat elli dakika sonra Bağdat hava alanına indi. Hava alanında ins cin top oynuyordu. Bizden başka kimse de yoktu. Sadece hava alanında emekliye ayrıldığını zannettiğim Irak hava yollarına ait bir uçak görünüyordu.

Bağdat hava alanından kalacağımız otele doğru yola çıktık. Araçta bizden başka iki de Türkmen vatandaş vardı. Konuşmalarını rahat bir şekilde anlıyorduk. Türkiye’den gelmemiz onlarda sıcak bir çoşkusallık oluşturdu. Hemen kaynaştık. Kerküklü olduklarını söylediler. İstanbul’dan, Konya’dan konuştuk. Mesafe yakın olmasına rağmen, havaalanı ile otel arası neredeyse iki saat sürdü. Bağdat Üniversitesi’nin yanından geçtik. Dicle bizi selamlıyordu, adeta. Trafik kelimenin tam manasıyla Arapsaçına dönmüştü. Hem üniversite talebelerinin çıkışı ve hem de mesai saatinin bitişi, trafiği daha da karmaşık hale getirmişti. Neredeyse, vurulmadık, çizilmedik araba yoktu. Trafik işaretleri değil, durumu polis idare ediyordu. Tamamen polisin insafına kalmıştınız. Bir taksici kornaya bastı diye, polis fotoğrafını çekti, sürücü ve polis kavgaya tutuştu. Zararı tüm yolcular gördü. Üç tarafa izin çıkıyor, bizim taraf ise cezalandırılıyordu.

Şehre girişte sonradan yapıldığı belli olan beton duvarlar dikkatimizi çekiyordu. Adım başı, yollarda oluşturulan kontrol noktaları, trafiği daha da keşmekeş hale getiriyordu. Otellerin etrafı, Azamiye, Kazımiye ve Geylaniye gibi tarihi ve dini yapıların çevresi de beton duvarlarla çevrilmiş, polis kontrolünden geçtikten sonra bu mahallere girmek mümkün oluyordu.

 Otuz sene önce gördüğüm Bağdat’tan bugün bir eser kalmamıştı. Neredeyse, çağdaş Hulagular’ın metruk bıraktığı Bağdat, eski Hulagu’nun yıktığı Bağdat’tan farkı yoktu. Yıkılmış binalar, çöp birikintilerinden dolayı kokmuş sokaklar, taşımacılıkta kullanılan Arçelikler, külüstür minibüsler.. Hatta at arabaları.. Fakirlik diz boyu. Taksiler, İran üretimi.  Seçim atmosferine girmiş, Irak. Yol boyu, milletvekili adaylarının resimleriyle donatılmış.. Bindiğimiz taksici, adayları gösteriyor, bunlar hırsızlar. Otuz senedir bu ülkeye bir çivi bile çakmadılar. Petrol gelirlerini halkla hakkaniyet ölçülerinde paylaşmıyorlar. Bu seçime halkın % 37’si katılabilir, diyor.

Her köşede Şiiliği sembolize eden üzerinde Lebbeyk Ya Huseyin, Lebbeyk Ya İmam Ali afişleri.. Artık Bağdat, dini açıdan da başka bir renk almaya başlamış. Bürokraside çalışanlar bu düşünceyle paralellik arz eder bir konum kazanmış. Şiilerin on iki imamlarından Musa Kazım’ın kabrinin ve türbesinin bulunduğu Kazımiye.. Sanki harem-i şerif muamelesi görüyor. Göz kamaştırıcı bir ihtişam hâkim, orada. Aynı ihtişam ne Abdülkadir Geylanî hazretlerinin makberinde ve ne de İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin kabrinde var. Oldukça sadelik hâkim.  Azamiyede Pakistan’dan gelen ziyaretçilerle karşılaşıyoruz. Akşam ve yatsı namazlarını kılıyoruz. Bir sükûnet hâkim burada.  Türkiye’ye ve Sayın Cumhurbaşkanımıza sonsuz muhabbetlerini bildiriyorlar. Ümmetin gözü, kulağı bu topraklarda..

Bağdat, toz duman içinde.. Dicle, o kadar coşkulu akmıyor,  sanki.. İnşallah, bir dahaki sefere Bağdat, medeniyetimizin ihtişamlı dönemlerindeki durumuna kavuşur. Bağdat, Şam, Basra, Kufe, Semerkant, Buhara, Hama… Bütün bunlar Mekke’nin, Kudüs’ün, Medine’nin kardeş şehirleri.. Ümmetimiz ayağa kalktığı gün, şehirlerimizin ışıltısı bütün yürekleri ısıtacak.

Âh Bağdat!  Âh Bağdat!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arşivi