Ayın onbeşi
Bu tespitimle, kimseye haksızlık yapma niyetimin olmadığını ifade ederek düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Kamu kurumları insanın vaktini satın alır; özel sektör, insanın yeteneğini ve emeğini satın alır.
Günümüzde kamu kurumlarında bir iş sahibi olmak için belli sınavlarda başarılı olmak zorundasınız.
Ve bilginizi ortaya koyarak bir adım öne geçmek durumundasınız.
Sınavlarda başarılı olmuşsanız ve kamu kurumları tarafından size uygun kadrolar açılmışsa, o kadronun-işin sahibi olacak olan ilk aday sizsiniz.
Sınavdan alınan en iyi not size ait ise, önünüze kimse geçemez. Şimdilik böyle biliyor ve ÖSYM’ye inanıyoruz.
Sınav notunuzla tercihinizi yaptınız ve kamuya yerleştiniz.
Sırtınızı devlete dayadınız ve kendinizi kurtardınız(!)
Nice emeklerle emelinize ulaştınız. Bu saatten sonra, daha önce edindiğiniz birikimi işinizde kullanacak ve faydalı olmak için olanca gayretinizi ortaya koyacaksınız.
Gerçeklerle yüzleşmek için, çok fazla beklemek zorunda kalmayacaksınız.
En iyi silahınız olarak gördüğünüz yetenek ve bilgi birikiminiz, ateşlemeyen bir baretta olarak yanınızda duracaktır.
Zamanla, yeteneklerinizin de, belli alışkanlıklarınızın kuvveti altında ezildiğini fark edecek ve biriktirdiğiniz bilginizin ilginizle arası açılacaktır.
Birçok adayı geride bırakarak, kamuda sahip olduğunuz iş, sizi belli alışkanlıklara mahkum edecektir.
Eğer, bu alışkanlıklara boyun eğmemişseniz, bu kez yetenek ve birikiminize kıymet verilmemesi, sizi bitirecektir.
Zamanla, size ödenen ücretin; ne yaptığınız işe, ne yeteneğinize, ne de katkınıza yönelik ödenen ücret olmadığını; yalnızca sabah sekiz akşam beş mesaisine ödenen ücret olduğunu anlayacaksınız.
Bütün bu ahvâl içinde tek bir önceliğiniz olacaktır: Ayın onbeşi
Bu tespiti yapmak elbette hoş bir durum değil ancak netice bu maalesef.
Kamu sektöründe bir işe sahip olarak kendinizi kurtardığınız yönündeki düşünceniz, vazgeçemeyeceğiniz alışkanlıklara dönüşecek, bu alışkanlıklardan vezgeçebilme cesâretini hiçbir zaman gösteremeyeceksiniz.
Bir gün birisi gelecek ve size diyecek ki: “Bu ay size maaş vermeyeceğiz ve bir ay boyunca kamuda da çalışmayacaksınız. Geçiminizi kendi imkanlarınızla sağlayacaksınız ve bu zamana kadar biriktirdiğiniz parayı da kullanmayacaksınız. Bir ay sonra tekrar kamuya döneceksiniz.”
Bu sözü okurken bile, alışkanlıklarınız “eyvah” demeye başlamıştır sanırım.
Böyle bir şeyin olma ihtimali elbette çok düşük ama olursa eğer; işte o zaman anlayacaksınız eve ekmek götürme kabiliyetinizin kalmadığını; ayın onbeşi olmazsa, hayatın sizin için çekilmez olacağını.
Şâyet sosyal devlet duruma müdahale edip de, yaptığı yardımlardan sizi nasipdâr etmezse, bu zamana kadar tatmadığınız bir acıyı, açlığı tadacaksınız hiç istemeyerek.
Alışkanlıklarınız haricinde yeteneğinizin kalmadığını fark edecek ve size ödenen maaşın, yalnızca vaktinizi satın alan ücret olduğunu anlayacaksınız.
Alışkanlıklarınız sizi öyle bir mahkum haline getirecek ki, mahkumluğunuzu fark edebilmeniz, ancak hiç olmayacak bir durum olan yukarıdaki örnek durumun olması halinde mümkün olacaktır.
İş işten geçmiş olacak tabi.
O halde tespitimizin ilk kanadını yineleyelim: Kamu kurumları insanın vaktini satın alıyor. Diğer kanat, başka bir yazıda palazlansın.
Kamuda iş sahibi olarak kendini kurtardığını sanan insan, neye talip olduğunu iyi düşünmelidir.
Merhum Mehmet Zahid Kotku Hocamızın tespitine, yazıya tâç olsun diyerek yer verelim:
“Kamuya talip olmayın. Ayın onbeşinde aldığınız maaşlar, sizin Allah’a olan inancınızı zayıflatır.”
Eyvah ki, ne eyvah!
İki satır da bizden olsun:
Kolaya tâlip olduk, sırtımızda devlet.
Meziyetsiz kaldık, fazla söze ne hacet?
Eksik etmediğiniz duânıza, bugün bizi de ekleyin.