Prof. Dr. Önder Kutlu
Prof. Dr. Önder Kutlu ‘ATEŞTEN GÖMLEĞİ’ TALEP VE KAMU YÖNETİMİNDE ŞEFFAFLAŞMA

‘ATEŞTEN GÖMLEĞİ’ TALEP VE KAMU YÖNETİMİNDE ŞEFFAFLAŞMA

Kamu hizmet ve görevinin önemini her vesileyle ifade ediyoruz. Gücün elde edilme ve kullanılma aşamalarının birtakım ilkeler doğrultusunda yapılması gerektiğini söylüyoruz. Atamayla gelinen makamlarda ehliyet ve liyakatin önemli olduğu zaten genel kabul gören bir husus.

Seçimle gelinen görevlerde karar verici, bir kişi/makam değil, belli bir kitle. Dolayısıyla bu gruba, en doğruyu seçme imkânı verecek şartların hazırlanması gerekiyor.

’En doğru’ kimdir’ sorusuna farklı cevaplar verilebilir: En fazla oyu alabilecek olan, en layık olan, lidere en sadık olan, toplumu en iyi temsil eden, en profesyonel olan, en uzman olan vs. Gündelik hayatta bütün bu cevapların farklı durumlarda ve kurumlarda tercih edildiğini biliyoruz.

Yanlış anlamayı önlemek bakımından temel ilkemizi ortaya koyalım: Kamu gücü kullanacak kişilerin ‘iyi’ insanlardan seçilmesi lazım. Nitelikli insanlar, aday adayı olmalıdır. Meydan yetersiz, yeteneksiz ve muhterislere bırakılmamalıdır. Bir dostun ifadesiyle: Siyaset ‘iyiye tavsiye edilmeyecek, kötüye de bırakılamayacak’ bir şey’. Dolayısıyla siyaset, millete hizmetin bir aracı olarak, kutsal bir faaliyet.

Yaklaşan genel seçimlerde 550 koltuk için farklı partilerden belki yüzbinleri bulacak aday adayını çok zorlu bir süreç bekliyor. YSK devlet memurları için son istifa tarihini 10 Şubat olarak açıkladı. Önümüzdeki bir aylık süre içinde önce cesaretler toplanacak, zor kararlar verilecek; sonra da partilerde karar vericilere ulaşmak için olmadık yollar denenecek.

Benzer bir süreci geçen yıl mahalli idare seçimleri vesilesiyle yaşamıştık. Yüzbinlerce aday oradan, oraya savruldu, çaba sarf etti: Kulisler, lobiler, aracılar, destekçiler, köstekçiler, referanslar, ricacılar çok ’çalıştılar’.

Sormak lazım, bütün bunlar ne için? Nedir bu merak? Siyasetteki ‘meydan savaşlarını’ nasıl açıklamak lazım? Siyaset sadece makam, mevki, yetki ve inisiyatif kullanımı mı? İşin ‘sorumluluk’ yönü, ‘yük’ boyutu neden ihmal ediliyor?

Bakıyorsunuz insanlar büyük bir ’cüretle’ aday oluyorlar; elde etmeyi çok istediklerini de gizlemiyorlar. Elde edenlerse, sanki oralardan hiç ‘ayrılmayacak’ hissine kapılıyorlar. Bu, özellikle daha önce hiçbir kamu makamını işgal etmeden oralara gelenlerde daha bariz. Bürokraside önemli bir mevkide bulunmaktayken, milletvekili ya da belediye başkanı olanlarda yeni durum çok fazla bir değişiklik içermiyor, hatta bazı durumlarda milletvekilliği daha az cazip.

Anlamaya çalışmak için soruyorum: Seçilince ne değişiyor? O koltuk kaybedilince neden ‘mahrum’ kalınıyor? Zannımca insanlar, iktidar gücünün verdiği enerjiyle adeta ölümsüzlük hissine kapılıp, sorumluluk duygusuyla değil ama ‘sahiplik’ hissiyle ‘benim belediyem’, ‘benim üniversitem’, ‘benim devletim’, ‘benim milletim’ diyorlar. Nereden senin oluyor?

Makamlarla aşırı derecede ‘hemhal’ olan ‘işgalciler’, o makamları ve sunduğu ayrıcalıkları kaybedince ‘boşluğa’ düşüyor, yaşama sevincini yitiriyorlar. Bir araştırma yapılmıştı: Bir büyükşehir belediyesinin, başkanına sunduğu hayat seviyesinin milyar dolar servete sahip işadamınınkine denk olduğu ifade edilmişti. Başkan olunca, hayat standardı orantısız bir şekilde artıyor: Lojmanlar, makam arabaları, hizmetçiler, sekreterler vs.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Erdoğan’ın yaptığı ‘TBMM lojmanları satılacak’ açıklamasını o dönemde eleştirenler olmuştu. Gördük ki, milletvekilleri toplumla daha fazla kaynaşmak zorunda kaldılar.

‘Ayrıcalıklar’ lojmanla sınırlı değil. İki dudağı arasında bir kurumun/milletin geleceğini şekillendirebilecek kararları alabilecek, milyarları tahsis edebilecek şahıslar, işin hak ve adalet boyutlarına da bakmak zorundalar. Belli kesimleri/grupları kayırıcı adım atabilecek olmaları nedeniyle, seçilmişler tarafından alınan kararların muhtemel etkilerini hesaplamak durumundayız.

Ne yazık ki, adayların çoğu meselenin sadece protokol boyutuna bakıyor. Havaalanlarında VİP salonlarını kullanma, gittikleri yerlerde ‘başkanım’, ‘vekilim’, ‘rektörüm’ şeklinde hitaplara mazhar olma o insanlara tarifsiz duygular veriyor.

‘Arınma’ sürecinde iktidar partisine önemli sorumluluklar düşüyor. Normalleşme oradan başlamalı; şeffaflaşma siyasi hayatın her aşamasına yayılmalıdır. Seçilmiş ve atanmış görevler ve görevliler ‘tabii’ seyrine döndürülmelidir. Halkına ‘hizmet’ etmek üzere o makamlara talip olanlar, o makamların hakkını layıkıyla vermek durumundalar.

Bu noktada, dün Başbakan Davutoğlu tarafından açıklanan kamu yönetiminde şeffaflaşma adımlarını dikkatle incelememiz gerekiyor. Başbakan beş bakanı yanına, tüm üst düzey bürokrasiyi karşısına alarak mesajını aslında çok açık bir şekilde verdi. Yeni dönem ve Yeni Türkiye bu adımları atmadan olmazdı.

Başkanlar, bürokratlar ve milletvekilleri açıklamaları çok iyi tahlil etmelidir.

Şeffaflaşma Paketi şu hükümler getiriyor:

  1. Siyasetin ve seçimlerin finansmanının şeffaflaştırılması
  2. Mal bildirimi uygulamasının farklı kesimler ve aktörler açısından etkinleştirilmesi; yolsuzluğun engellenmesi
  3. Görevlerinden ayrılacak kamu görevlilerine sınırlamalar getirilmesi
  4. 657 sayılı DMK’da yapılacak değişiklikler
  5. Milletvekili statüsünde, etik değerler doğrultusunda yapılacak değişiklikler
  6. İmar Kanununda yapılacak değişiklikler

Her bir başlık üzerinde saatlerce konuşulabilir. Düzenlemeler şaşırtıcı değil. Daha önce müteaddit defalar izah ettik. Tamamı öncelikle belediyeleri, sonra da merkezi bürokrasiyi ve siyasileri ilgilendiriyor. Tekrar söyleyelim:

Muhatapları bu uyarıları dikkate alsalar iyi olur.

Hükümet ciddi; şaka yapmıyor.

En ufak yolsuzluk şiddetle cezalandırılacak…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Önder Kutlu Arşivi