Musab Seyithan
Musab Seyithan Aracılarla Allah'a yaklaşmak

Aracılarla Allah'a yaklaşmak

İnsanlık tarihi var olduğundan beri Yüce Allah, kullarıyla peygamberleri vasıtasıyla iletişim kurmuş, mesajlarını onlar aracılıyla göndermiştir. Bu peygamberler de tevhit inancını yerleştirmek için öncelikle Allah ile kulları arasındaki aracıları temizlemiştir.

İnsanlar, tarihe mal olmuş, yaşantılarıyla topluma örnek olmaları hasebiyle kalplerde yer etmiş olan salih insanları unutmamak için onların heykellerini yaparak saygı ve bağlılıklarını göstermişler. Fakat bu saygı zamanla onları ilahlaştırmaya götürmüştür. Nuh suresi 23’üncü ayette geçen Vedd, Suvâ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr adındaki putlar, Ademoğullarından beş şahsın ismidir. (Bkz: Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu’l Ğayb, 22/158, Akçağ yayınları, Ankara, 1995)

İnsanlar bu put edindiklerine “Allah” diye tapmadıklarını, Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ettiklerini söylüyorlardı. Hayat Kitabımız bu konuya temas ediyor ve “Dikkat et! Halis din Allah’ındır. Onu bırakıp kendilerine birtakım dostlar edinenler, ‘Onlara, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz’ derler.” (38/Zümer:3) diye buyurmaktadır.

Bu ayeti sohbetlerimizde, vaazlarımızda, tefsir derslerimizde anlatıyor, “Nuh peygamberin kavmi bu putlara tapıyordu, Araplar Lât, Menât, Uzza ve Hubel putlarına, kendilerini Allah’a yaklaştırıyor diye ibadet ediyorlardı, onlara kurbanlar adayıp kesiyorlardı” diye çok etkili bir şekilde anlatıyoruz fakat bir türlü bu ayeti günümüze uyarlamıyoruz. Ayeti tarihte dondurup bırakıyoruz. Sonra da tarihselcilere kızıyoruz. Halbuki bu ayet kıyamete kadar, kullukta Allah’la aralarına aracı koyan herkesi ilgilendiriyor.

Bugün “Sen direkt olarak Allah ile irtibata geçemezsin. Mutlaka bir şeyhin eteğine tutunacaksın. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır. Sen Allah’tan doğrudan feyz alamazsın. Yüksek gerilim hatlarından elektrik, önce trafolara verilir, oradan 220 volt olarak evlere tevzi edilir. Direkt evlere verilecek olsa bütün kabloları yakar, sistemi yok eder. Siz de Allah ile iletişime ancak Allah’la kulu arasında trafo vazifesi gören bir şeyh ile geçebilirsiniz. Yoksa direkt Allah’ın feyzine dayanamazsınız. Yüksekten akan bir şelaleye ağzını uzatarak su içemezsiniz, ancak avuçlarınızı uzatarak ondan su alır ve ağzınıza götürerek içersiniz. İşte şeyh efendi, Allah’la sizin aranızda bu el gibidir. Veya sizi hiç tanımayan bir valiye bir iş yaptırmak için gitseniz, vali size hiç itibar etmez. Ama beraberinde valinin yanında hatırı olan bir kişiyle gitseniz vali sizin işinizi geri çevirmez. İşte bağlanacağınız şeyh, Allah’ın indinde valinin yanındaki hatırlı kişi gibidir…” türünden senaryolarla Allah’ı yüksek gerilim hattına, yüksekten akan şelâle veya torpil yapan valiye benzeterek ve şeyhlerini de Allah’a yaklaştırmada trafo, şelaleden su alan el ve torpil yapan valinin yanındaki hatırlı kişiye benzeterek aracı kılanlara, bu Zümre suresinin 3’üncü ayeti hitap etmiyor mu? Onlar bu ayetin kapsama alanının dışında mı kalıyorlar? Yoksa “bu ayet müşriklerle ilgilidir, bizi anlatmıyor” mu diyorlar?

Ne gariptir ki, “Bize Kur’an yeter” diyen modernistler ve mealciler, Kur’an’ı kafalarına göre yorumlayarak ayetlerin içini boşaltırken, kendilerini “sofu” diye adlandıranlar da müşrik ve kâfirlerle ilgili ayetleri -kendileri de benzerini yaptıkları halde- hiç üzerlerine almayarak hükümsüz hale getirmektedirler. “Bu ayetler müşrik ve kâfirlerle ilgilidir” diyerek işin içinden kendilerini sıyırmaktalar. Hâlbuki bu ayetler; “Ey Muhammed ümmeti! Kâfir ve müşrikler böyle yaparak kâfir ve müşrik oldular. Sakın ha siz bunların yaptıklarını yaparak onlar gibi olmayın!” mesajını vermektedir.

Yüce Allah Bakara suresinde; “(Ey Rasûlüm) kullarım sana benden sorarsa, muhakkak ki ben onlara çok yakınım; bana dua edince, dua edenin duasını kabul ederim. O halde onlar da benim dâvetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola ulaşmış olsunlar.” (2/Bakara:186)

Kaf suresinde; “Andolsun insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (50/Kaf:16) buyurmak suretiyle “Şah damarından daha yakın olan Allah’a şeyh damarından gidilmeyeceğini” beyan ederek direk kendisinin muhatap alınmasını emretmektedir.

Ayetteki “Kullarım sana benden sorarsa muhakkak ben onlara çok yakınım” demekle; “Ey peygamberim! Sana sorarlarsa sen de aradan çekil ve direk bana yönlendir çünkü ben onlara çok yakınım” mesajını vermek suretiyle Peygamberini bile aracı kabul etmiyor. Zaten Rasûlüllah’ın -bir peygamber olarak vazifesi- insanlarla Allah arasındaki aracıları temizlemektir. Rasûlüllah’ın 23 senelik peygamberlik hayatı, Allah’la insanlar arasındaki aracıları temizlemekle geçmiştir. Elbette bu Rasûl, Allah ile kulları arasına girmeyecekti ve girmemiştir. Onun vazifesi tebliğ, tebyin, eğitim ve ahlak inşasıdır.

“Biz, o Peygamberleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik. Sana da bu Kur’an’ı kendilerine indirileni insanlara açıklaman için ve düşünsünler diye indirdik.(16/Nahl:44)

“Peygamberin görevi sadece tebliğdir. Allah sizin açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir. (5/Maide:99)

“Biz onların ne söylediklerini daha iyi biliyoruz. Sen onların üzerlerinde bir zorlayıcı değilsin. O halde sen tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver.(50/Kaf:45)

“Ben ancak öğretmen olarak gönderildim.” (İbn Mâce, Sünnet,1)

Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim(Malik, Muvatta, Husnü'l Halk, 8; Ahmed, Müsned, 2/381) ayet ve hadisleri, O’nun görev tanımını yapmaktadır.

Rasûlullah (sav), Allah’la kulları arasındaki aracıları kaldırma işine mezarlıklardan başladı. Çünkü kendini darda hissedenler mezarlıklara koşup ölülerden yardım dileniyorlardı. Nübüvvetin ilk yıllarında mezar ziyaretlerini yasakladı. Tevhit iyice yerleşip tehlike ortadan kalktıktan sonra serbest bıraktı. Bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ben sizi kabirleri ziyaret etmekten menetmiştim. Ama dikkat! Şimdi onları ziyaret edin. Çünkü onları ziyarette bir öğüt ve nasihat bulunmaktadır.” (Müslim. Cenâiz, 106).

Şimdi birileri kalkıp da “Dara düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz” diyerek uydurma bir sözün arkasına takılıp ölüleri yardıma çağırıyorsa, hatta “Benim şeyhim ölmedi. Mezarına gidip ondan ders ve feyz almaya devam edeceğiz” diyorsa, dini Allah’a has kılmayı emreden ayetleri nasıl anlayacağız?

Şimdi her şeyi bir tarafa bırakarak diyoruz ki bir şeyh, Allah’a yaklaştıran bir aracı ve ahirette müntesiplerini sorgusuz sualsiz cennete sokan bir ahiret garanticisi olarak görülmüyor da nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesi yaparak müridini eğiten, onun kalbindeki kin, nefret, öfke, riya, süma, şirk, kibir, haset gibi manevi kalp hastalıklarını tedavi eden bir muallim olarak görülüyorsa buna denecek bir sözümüz yoktur. Ama yaklaşım acaba öyle mi? Fiiliyattaki uygulama eğiten-eğitilen ilişkisi mi, yoksa Allah’a yaklaştıran ve ahirette kurtardığına inanılan ve kendilerini Nuh’un Gemisi olarak gören bir ilişki mi? Onu okuyucuların takdirine bırakıyorum. Etrafınızdaki tanıdığınız bu tür insanlardan işittiklerinizle bir sonuca varabilirsiniz.

Toptan kabul veya toptan reddedenlerden değilim. Genelleme yapmıyorum. Mutlaka istisnaları vardır ama hâkim olan uygulama ve tutuma dikkatleri çekmek istedim.

Rabbim, dini sadece Allah’a has kılarak, yalnızca kendine kul olan ve O’nu kimsesizlerin kimsesi kabul edip içini O’na döken ve sadece O’ndan yardım isteyen kullarından eylesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi