Dr. Ramazan Tuzla
Dr. Ramazan Tuzla Alın teri silmeyi unuttuk

Alın teri silmeyi unuttuk

İnsanın elinin emeği, en tatlı ekmeğidir.

El emeği, alın terinin babasıdır. Emeğin arkasında ter, ekmeğin arkasında aslan gibi bir nefer yatar.

El emeği alın terinin babası olunca, alın teri de en tatlı ekmeğin sıcacık bir habası olur. Haba, bâzen yumuşak bir döşek, bâzen de sırta giyilen kalınca bir kabandır.

Alın teri, kulluk yolculuğundaki helal kazanç kapısıdır. Emek, bu kapının anahtarıdır.

Alın teri; yoldan kaldırılan taş, uzun yolculuklarda insana en sâdık arkadaştır.

Hâl böyle iken;

En sâdık arkadaşa biz sırtımızı döndük gâliba

“Kulluğun onda dokuzu helal rızık mücadelesinden ibârettir” diyen büyüklerin muhatabı olmayı istemez olduk.

Ekmeğimizin tadı neden kalmadı acaba?

Emeğin adı mı kayboldu yoksa?

Emeğin arkasındaki tere mi hasret kaldık?

Ter silmeyi unuttuk mu yoksa?

Alın teri kurumadan işçinin ücretini verin” diyen İnsanlığın Serveri’nin öğüdünü tutmak için değil, insanlığımızı tartmak için kullandığımızdan dolayı mı terin kıymetini kaybettik?

Cevaplar…

Sükut…!

Bir soru daha: “Sükût ikrardan gelir” diyen ak saçlıları neden hep haklı çıkarır olduk?

Alın teri, işini bilen(!) insanların yükü hiç olmadı nedense.

Alın teri ile aramızı açtık mütemâdiyen.

Parayı, alın teri dökmeden kazanmanın yollarını arar olduk. Amele (emeği olan insan) olmak, aşağıların en aşağısı oldu algımızda. Kavramı bile kavrayamaz olduk.

Totodan, lotodan, piyangodan, sayısaldan medet bekler olduk. Kazancın bir tek kâğıt parçasından ibaret olduğunu kavradık, en zekilere taş çıkartırcasına.

Önümüzde yılbaşı var ve alın teri dökmeden milyonları kazandıracak bir kâğıt parçasına bel bağlamış durumdayız.

Alın teri, kavram olmaktan çıkmak üzere dilimizden. Sadece ‘ter’ kısmı kalacak; o da, fitnes salonlarında kilo vermenin sevinci olarak akıttığımız sıvı olarak.

Ötesi…

Kilo verdiğimizi teyit için baskül aramalarla sonlanan çabalarımız ve hal-i pür melâlimiz ortada.

Hâlbuki ne de güzel âdetlerimiz vardı…

İlk defa ayağa kalkıp kendi başına durmayı başaran bebeğimizi “ter ter ter” diyerek teşvik ederdik. Teri, ilk çabalarında tanıştırırdık onlarla.

“Alın teri, yüz akıdır” derdik.

Değişmeyen kaderimize ‘alın yazısı’ derken, değişmeyen çabamıza da ‘alın teri’ derdik.

Vücudun en üst kısmından akan ve bütün vücudumuzu temizleyen alın teri, tesâdüfen isim almış olabilir mi?

Düstur olsun diye şöyle demiştik bu satırlarda: “Zenginliğin itibar kriteri olduğu toplumumuzda, kiri ter olan insanlara ne çok ihtiyacımız var.”

Bu topraklarda, kaybettiğimiz kıymetlerden biri alın teri gâliba

Parayı kıymetsizlik ölçüsü olarak gören insanların sarıldığı yegâne dal alın teridir.

Bilirler ki; kıymetli insan, çok para eden insan değildir. Ve bilirler ki; kıymetiz insan, beş para etmeyen insandır.

Para, kıymetsizlikte ölçüttür.

Para, ter ile olan ülfetinden kıymet kazanır ancak. Kıymetsizi bile kıymetli yapandır ter.

Bir kâğıt parçasına (piyango) bel bağladığımız şu günlerde son bir soru daha:

Büyük ikramiye çıkarsa, kefen almayı düşünüyor muyuz?

Niye sordum, derseniz;

“Ana rahminden geldik pazara,

Bir kefen aldık döndük mezara”

demiş Yunus Emre. İkramiyenin sarhoşluğuyla, yorgun düşüp ölümü unutabiliriz. Kefen almaya vakit bile bulamayabiliriz de, ondan sordum.

Son söz olarak, Yunus Emre’den devam ederek söyleyelim:

Hayat, işte bu kadar kısa.

Alın teriyle dolarsa kasa;

Vefâtın düğünlere denk olur.

Kefen gerekmez, sen etme tasa.

 

Duânızı eksik etmeyin efendim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Dr. Ramazan Tuzla Arşivi