Ahirete İman Neden Var? Sahi Biz İnanıyor muyuz?
Medyada cinayet, gasp, torpil, rüşvet, ihaleye fesat, adam kayırma, taciz, tecavüz, dolandırıcılık, faiz, büyücülük, falcılık, teşhircilik, karaborsacılık, israf, adaletsizlik, mütemadiyen dikilen heykeller, ahlaksız yaşantıları konu edinen magazin haberleri vb. haberlerin bini bir para. Bütün bu olup bitenlerde öyle zannettiğiniz gibi Patagonya’da olmuyor. Hepsi bu ülkede oluyor maalesef. Hem de %99’unun Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede oluyor. Herkes şikâyetçi kimse memnun değil. Çözüm ne? Hükümeti, devleti suçlayanlar, ülkeden gitmek isteyenler, mültecileri suçlayanlar hatta ve hatta ülkenin işgal edilmesini isteyenler ve buna çanak tutanlar… kafalar karışık. Gençlerden bir kısmı sosyal medyada: “Allah’a inanıyorum ama her hangi bir dine inanmıyorum. Allah var olabilir, olmalı ama diğer şeylerin olacağını kabul etmiyorum. Mesela ahiret diye cennet cehennem diye bir şey yok…” türü cümleler kuruyorlar. Bu gençleri tebrik etmek lazım. En azından daha netler ve inanmadıklarını açıkça dile getiriyorlar. Ve problem bu değil. Asıl problem Allah’a ve ahirete inandığını söylediği halde ahiret yokmuş gibi yaşayanlarda, bu gençlerin anne ve babalarında.
Zira gençler, anne ve babalarını örnek alarak hayata kendilerine hazırlıyorlar. Babası, sürekli açgözlülük ve kanaatsizlik nedeniyle etiketlerle oynayan, yalan söyleyen, yalan yeminler eden bir esnaf, her fırsatı kendi menfaatine çevirmeye çalışan bir memur ve ya işçi, işini yürütmek için faiz almayı, rüşvet vermeyi iş bilirlik olarak lanse eden bir iş insanı, insanların sağlıklarını hiçe sayarak ürünlerinde tağşiş yapan bir imalatçı olan bu gençler neyi, kimi, örnek alıp neye inanacak? Her türlü adaletsizliği yaptığı halde ahlaktan bahseden, torpille, adam kayırma ile hayatını inşa eden, hayat süren ebeveynlerin çocukları olan gençler neye, nasıl inanacak?
Günümüzde, toplumumuzdaki asıl problem, Allah’a ve ahirete inandığını söyleyen çoğunluğun maalesef hesap ceza ve mükâfat yokmuş gibi yaşamaları. Toplum olarak o kadar sekülerleştik ki; ölüm ve ölüm sonrası hayat hiç aklımıza gelmiyor. Aile içi sohbetlerimize konu olmuyor. Kendi iç dünyamızda bir muhasebeye bir murakabeye sebep olmuyor. Öylesine tûl-i emeller peşinde koşuyoruz ki hayat dediğimiz emanet, dünyamızı daha iyi imar etme, dünyayı, dünya nimetlerini daha fazla elde etme, modelli arabalar, daha lüks evler, daha çok para kazanma, hatta çalışmadan, yorulmadan kazanma ve yorulmadan harcama peşinde tükenip gidiyor. Tek hedef dünyayı kazanma olduğundan dolayı dünyanın sebep, ahiretin sonuç olduğunu çoğu kez unutuyoruz. Sebep artık bir sonuç haline geliyor ve sonuç haline gelen sebep uğruna hak, hukuk, adale, kul hakkı gibi kavramları ya da haram helal gibi kavramları da tamamen hayatımızdan çıkarmış durumdayız.
Ahiret inancı olmayınca Allah inancı da sadece kuru bir söze iniyor. Allah'ın görüyor, gözetiyor ve hesaba çekecek olması, cezalandıracak ve mükâfatlandıracak olması sadece satırlarda yazılmış alelade bir yazıya dönüşüyor. Sadırlara hitap etmeyen Allah inancı hayata da yansımıyor. Kur’an-ı Kerim'de pek çok ayeti kerimede “Allah'a ve ahiret gününe iman eden insan” vurgusu iki inancın birbirinin tamamlayıcısı ve dinin dünya hayatında yaşanılması gereken bir gerçeklik olduğunun ifadesi açısındandır. Yani imanın hayata uygulanması, hayata yansıması içindir. Yoksa kuru kuruya “ahirete inandım!” ifadesi dünya hayatında bize herhangi bir tavır, duruş kazandırmıyorsa; o zaman bir inançtan bahsetmek de mümkün gözükmemektedir. Allah'a inandığım sözü bir anlamda Allah'ı, tıpkı deistlerin inandığı gibi muattal tanrı, emekli tanrı, kıyıda köşede duran hiçbir şeye karışmayan kâinatı ve insanları yaratıp kendi haline bırakmış bir tanrı mesabesine indirir. Hâlbuki ahirete iman, biz inananların Allah'ın hayy ve kayyum olduğuna ragîb (murakabe eden) olduğuna ve hesaba çekeceğine inandığımızın da bir anlamda sağlamasıdır. Çünkü ahiret inancı, dünya hayatının sebep olduğunu ifade etmek için vardır. Allah tarafından muhatap alınacağımızı zihinlerde diri tutulması içindir. Kur’an-ı Kerim'de kıyamet sahnelerinin Mekkî ayetlerde bütün açıklığıyla, bütün yönleriyle, sanki kıyamet hemen koptu kopacak şeklinde anlatımı, insanı, dünya nimetlerinin oluşturmuş olduğu gafletten ve sekerat halinden uyandırıp diri tutması ve bir olan Allah'a imanın ferdi ve sosyal hayatımıza yansımasını temin içindir. Çünkü korkan, endişe duyan insan, her an için hazır ve tetikte olur. Tedbir alır. Dikkatli ve rikkatli olur. Çevresini kendisini ve şartları daha iyi tanır. İşte Allah Teâla’nın Kur’an-ı Kerim'de kıyamet sahneleri ile insanoğlunu korkutması ve endişelendirmesi, onun zihnen, fikren, kalben dünyada uyanık olmasını temin içindir. Kıyametten sonra ikinci dirilişle beraber ahiret hayatındaki sahneleri anlatması ise insanoğlunun inancını dünyada tavır, duruş haline getirmesi ve inancı doğrultusunda yaşaması içindir. Yoksa bunlar fütüristtik zamanda olabilecek bir takım farazi, sanal hikâyeler değildir.
Günümüze geldiğimizde, hem Müslüman toplumlarda, hem de dünyanın tamamında zulümlerin, haksızlıkların, adaletsizliklerin, ekonomik çarpıklıkların, savaşların var olması, ahlaksızlığın prim yapması ve insanların bir anlamda sekülerleştirilerek hayvani bir hayat sürmeye teşvik edilmesinin en temel sebebi, insanlığın ahiret inancının olmaması ve Müslüman toplumlarda da ahiret inancının sadece bir kabul gibi görünüp hayata etki etmemesidir. Ya da ahiret inancının zayıflaması ile beraber sekülerizm karşısında mevzi kaybedilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Toplumdaki pek çok çarpıklığı ortadan kaldıracak, ahlaklı yaşamayı sağlayacak, toplumda adaleti, hakkaniyeti temin ve tesis edecek olan da, insanları torpilden, rüşvetten, adam kayırmadan, haksız kazançtan, faizden, fırsatçılıktan uzaklaştıracak olan da sağlam bir ahiret inancı ve hesaba çekileceği inancıdır. Bunun ötesinde dünyadaki cezaları ne kadar ağırlaştırsanız da, kolluk kuvvetlerini ne kadar artırsanız da, her yere güvenlik kameraları koysanız da insanın gönül dünyasındaki hesap verme düşüncesinin sağlayacağı etkinin onda birini bile sağlamayacaktır.
Dünya hayatında kuralların, şartların, cezaların ağırlaştırılması, kolluk kuvvetlerinin sayısının artırılması, sadece ve sadece münafık bir toplum meydana getirir. Bugün yapmamız gereken İmam Hatiplerin, İlahiyat Fakültelerinin sayısını artırmak, kendi tarikatımıza, cemaatimize, meşrebimize eleman kazandırmak olmamalıdır. Bugün yapmamız gereken en birinci vazife daha ahlaklı, daha adaletli, daha yaşanabilir bir dünya için insanların kalbine diri bir Allah ve aktif bir ahiret inancını yerleştirebilmek, kazandırabilmek olmalıdır. Yoksa onun dışındaki her söz ve eylem bir kîl-ü kâlden ibaret kalacaktır.